11 Ekim 2017 Çarşamba

Sergüzeşt
Samipaşazade Sezai
Sayfa Sayısı: 103
İskele Yayıncılık
1. Baskı, Ocak 2017, İstanbul

Türk edebiyatının en önemli eserlerden kabul edilen, realizm ve romantizm akımlarına ev sahipliği yapan bu eseri, (yine) ödev vasıtasıyla okumuş bulunmaktayım, bir önceki Zeytindağı kitabı gibi. Ve yine Zeytindağı gibi kitabı beğendiğimi ifade etmem gerekecek.

  Kitapta, Kafkaslardan esir olarak getiren Dilber’in çeşitli konaklarda büyüyüşü anlatılıyor. Genç kızlık döneminde ise soylu bir ailenin oğluyla (Celal) birbirlerine aşık olmaları ve çocuğun annesi tarafından evden gönderilmesiyle olayların içine dahil oluyoruz. Devamında da bolca oğlanın ve kızın acılarına, birbirlerini bulma çabalarına yer verilmiş.

  Hikayenin devamı (Bu kısım spoiler):
  Dilber evden kovulunca, tekrardan eski köle taciri kadının olduğu  yere satılıyor ve yeni sahiplerine kavuşmak üzere Mısır’a doğru ilerliyor. Burada Cevher adında siyahi ve hadım edilmiş bir adam var, soylu bir adam bu ve Dilber’e gönlünü kaptırıyor. Ancak Dilber’in yüzüne her daim hakim olan hüzün ve acı yüreğini parçalıyor ve bir gün kapatıldığı yerden kaçmasına yardım ediyor. Yardım ederken ölüyor ve kapatıldığı yerden Cevher sayesinde kurtulan Dilber de intihar ediyor. Bu kısım o kadar sarsıcıydı ki, okurken yazara derinden bir saygı beslememek güçleşiyor.
(Spoiler bitiş)

  Yer yer fazla tasvirler yapılmış ancak okuduğum yorumlara göre Türk edebiyatına doğru düzgün betimlemeyi getirmesi açısından önemli bir konuma sahip. Yine de bazı kısımların bıktıran uzunlukta olduğu bir gerçek. Buna tezat olarak bir de kimi yerde yaptığı betimleme ve tespitler var ki onlar, insanı bir güzel sarsıyor ve etkiliyor. Değişik. Değişik ve güzel.

  Köleliğe karşıt durması da yazarımızın ne kadar cesur olduğunu gösteriyor. Bulunduğu dönemdeki kölelik sorununa değinerek büyük bir hamlede bulunuyor. Sevginin ve aşkın değerini ölçüyor, maddi şeylerle mi değerlendirebiliriz bunu, para, güzellik, cazibe gibi? Ya da daha manevi şeylerle mi? Buna değinmesi hoşuma gitti.

  Bir solukta okunuyor zaten, okuyalım.


-Yıldızlar karanlıkta parladığı gibi yoksulluk ve yoksunluk içinde de temizlik ve yücelikle parlayan ruhlar yok mudur? Bir kalp, sevmek için mutlak servete, asalete mi muhtaçtır? Bence, en güzel ikbal, ruhun göründüğü iki güzel göz; en büyük servet, kalbin hissini gösteren gül renginde dudaklardan akseden gülümsemedir. Güzellikten büyük asalet, kalp temizliğinden büyük servet mi olur? (s.50.51)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder