Sergüzeşt
Samipaşazade Sezai
Sayfa Sayısı: 103
İskele Yayıncılık
1. Baskı, Ocak 2017,
İstanbul
Türk edebiyatının en önemli eserlerden kabul edilen, realizm
ve romantizm akımlarına ev sahipliği yapan bu eseri, (yine) ödev vasıtasıyla
okumuş bulunmaktayım, bir önceki Zeytindağı kitabı gibi. Ve yine Zeytindağı
gibi kitabı beğendiğimi ifade etmem
gerekecek.
Kitapta, Kafkaslardan
esir olarak getiren Dilber’in çeşitli konaklarda büyüyüşü anlatılıyor. Genç
kızlık döneminde ise soylu bir ailenin oğluyla (Celal) birbirlerine aşık
olmaları ve çocuğun annesi tarafından evden gönderilmesiyle olayların içine
dahil oluyoruz. Devamında da bolca oğlanın ve kızın acılarına, birbirlerini bulma
çabalarına yer verilmiş.
Hikayenin devamı (Bu kısım spoiler):
Dilber evden kovulunca, tekrardan eski
köle taciri kadının olduğu yere satılıyor ve yeni sahiplerine kavuşmak
üzere Mısır’a doğru ilerliyor. Burada Cevher adında siyahi ve hadım edilmiş bir
adam var, soylu bir adam bu ve Dilber’e gönlünü kaptırıyor. Ancak Dilber’in
yüzüne her daim hakim olan hüzün ve acı yüreğini parçalıyor ve bir gün
kapatıldığı yerden kaçmasına yardım ediyor. Yardım ederken ölüyor ve
kapatıldığı yerden Cevher sayesinde kurtulan Dilber de intihar ediyor. Bu kısım
o kadar sarsıcıydı ki, okurken yazara derinden bir saygı beslememek güçleşiyor.
(Spoiler bitiş)
Yer yer fazla
tasvirler yapılmış ancak okuduğum yorumlara göre Türk edebiyatına doğru düzgün
betimlemeyi getirmesi açısından önemli bir konuma sahip. Yine de bazı
kısımların bıktıran uzunlukta olduğu bir gerçek. Buna tezat olarak bir de kimi
yerde yaptığı betimleme ve tespitler var ki onlar, insanı bir güzel sarsıyor ve
etkiliyor. Değişik. Değişik ve güzel.
Köleliğe karşıt
durması da yazarımızın ne kadar cesur olduğunu gösteriyor. Bulunduğu dönemdeki
kölelik sorununa değinerek büyük bir hamlede bulunuyor. Sevginin ve aşkın
değerini ölçüyor, maddi şeylerle mi değerlendirebiliriz bunu, para, güzellik,
cazibe gibi? Ya da daha manevi şeylerle mi? Buna değinmesi hoşuma gitti.
Bir solukta okunuyor
zaten, okuyalım.
-Yıldızlar karanlıkta
parladığı gibi yoksulluk ve yoksunluk içinde de temizlik ve yücelikle parlayan
ruhlar yok mudur? Bir kalp, sevmek için mutlak servete, asalete mi muhtaçtır? Bence,
en güzel ikbal, ruhun göründüğü iki güzel göz; en büyük servet, kalbin hissini
gösteren gül renginde dudaklardan akseden gülümsemedir. Güzellikten büyük
asalet, kalp temizliğinden büyük servet mi olur? (s.50.51)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder