22 Haziran 2017 Perşembe

Harry Potter ve Azkaban Tutsağı (Harry Potter and the Prisoner of Azkaban)
J.K. Rowling
Sayfa Sayısı: 396
Çevirmen(-ler): Sevin Okyay-Kutlukhan Kutlu
Yapı Kredi Yayınları
39. Baskı, Mart 2017, İstanbul

Serinin kitapları gün geçtikçe daha da harika bir hale geliyor. Başlarda büktüğüm dudağım yavaş yavaş bir tebessüme dönüşüyor ve seriyi gerçekten benimsemeye başladığımı hissediyorum. İlk iki kitabın aksine, Azkaban Tutsağı’nı çok ama çok sevdim ben.

  Filmleri izleyeli epey vakit oluyor, Azkaban Tutsağı’nı okurken de silik silik hatırladığımı fark ettim ve ilk kez Harry Potter evrenine dahil olmuş bir okuyucu pozisyonuna koyabildim kendimi, böylelikle daha da objektif değerlendirebiliyorum. Bir kere Rowling ablamız şaşırtıcı bir tarz izlemiş, defalarca kez ters köşe yapmaktan da sıkılmamış, bu da okuyucuyu kitabın içine daha rahat sokuyor. Başlarda ipuçlarını hafif hafif vererek, son yüz elli sayfada olayları ardı ardına patlatmış ve heyecanla coşturmuş. Çok sevmişim ben bu kitabı ya.

  Takıldığım tek nokta, Hermione’nin Şahgaga’yı (sonlara doğru gerçekleşiyor bu) tutarken selam vermemesi rağmen, Şahgaga’nın tepkisiz durması oldu. Gözden mi kaçırdım acaba bilemiyorum, Ateş Kadehi’ni okumayı da heyecanla bekliyorum. 

20 Haziran 2017 Salı

Amerikan Tanrıları (American Gods)
Neil Gaiman
Sayfa Sayısı: 712
Çevirmen: Niran Elçi
İthaki Yayınları
1. Baskı, Nisan 2017, İstanbul

Büyük bilgi birikimi isteyen bir eser Amerikan Tanrıları, Hindistan’dan tutun da İskandinavya’ya, Mısır’dan İrlanda coğrafyasına kadar, o topraklardaki kültürlerin oluşturduğu mitolojik ögeler kitapta somutlaşarak bireylerin kılığına giriyorlar ve fantastik mi fantastik, değişik mi değişik bir eser çıkıyor karşımıza. Neil Gaiman’dan da okuduğum üçüncü kitap.

  Çok büyük bir beklentiyle başladığımdan olsa gerek tamamen tatmin olmuşluk hissi yok üzerimde, yine de güzel bir serüvendi. ABD kültürüyle yetişen bir birey olsam alacağım zevk belki bambaşka olurdu ama işte şu anki durumda eh. Gölge, hapishaneden çıkmasına birkaç gün kala karısının ölüm haberini alıyor ve ilk uçakla onun yanına gitmek üzere harekete geçiyor. Bu sırada uçakta Bay Çarşamba adı verilen gizemli bir adamla tanışıyor, Bay Çarşamba Gölge’den kendi için çalışmasını istiyor ve o andan sonra da tüm hayatı değişiyor.

  Konu bakımından çok güzel, yazarın yazım tarzı da fevkalade ancak işleniş bakımından o kadar da iyi bulmadım, en azından ortalarında kapıldığım his buydu. Başlarda ‘muazzam ya’ gibi bir moddayken ortalarda tekdüzeliğinden olsa gerek, biraz bu düşüncem soldu ama sonlara doğru kitap hoşuma gitmeye başladı, cuk oturabilecek tek sözcük bu sanırım. Yolculuğu sevdim, karakterleri sevdim, kimi yerdeki anlamsızlığı sevdim, Bay Çarşamba’yı da sevdim ve sonunda her şeyin biteceğini bilmek üzücüydü.

  Gölge karakteri ise gerçekten yazardan gelebilecek en güzel atıştı, tam on ikiden vurmuş. Tepkisizliği, ruhsuzluğu, siyahi bir ana karakter olması, (böyle sınıflandırmak doğru olmasa da, çok ilginç bir tecrübeydi benim için) parayla yaptığı sihirbazlıklar, Laura ile olan o değişik ilişkisi ve hayata karşı bir duruşunun olmayışının bile bir duruş yaratmış olmasının getirdiği gülünçlük, bende çok nadide bir karakter olmasını sağladı, çok sevdim ben. Yine de başta söylediğim gibi, muazzam bir eser değil ama çok başka, bambaşka büyülü bir dünya ve okunmasını gerçekten tavsiye edebileceğim bir kitap. Bol kitaplı günler!

18 Haziran 2017 Pazar

Ölüm Defteri 1: Can Sıkıntısı
Yazar: Tsugami Ooba
Çizer: Takeşi Obata
Sayfa Sayısı: 200
Çevirmen: H. Can Erkin
Akılçelen Kitaplar
9. Baskı, 2016, Ankara

Okuduğum ilk mangaydı ve benim için güzel bir deneyim oldu. Animesini izlemeye çalışmıştım –sekiz bölümcük kadar- ama bir şeyleri izlemek, okurken aldığım hazzın ancak yarısını verebiliyor, böylelikle ben de okumakta karar kıldım.


  Çizimler etkileyici, konu yaratıcı ve orijinalliğiyle hayran bırakacak cinsten. Güzel ve zekice bir başlangıç yapılmış olundu, fazla detaya girmeden ve devam ciltlerini okumadığımdan ötürü ayrıntılı bilgiler vermemek üzere yorumu çok uzatmıyorum. Ana karakter Light’ın iticiliği dışında rahatsız eden bir şey olmadı beni kitapta. Ryuk’un çizimi ekstra bir hoşuma gitti, ölüm meleği ve barındırdığı o efsanevi alaycı tavrı, görünüşten olsa gerek.  Devam ciltleriyle görüşmek dileğiyle!

17 Haziran 2017 Cumartesi

Parantez (La Parenthese)
Elodie Durand
Sayfa Sayısı: 224
Çevirmen: Damla Kellecioğlu
Desen Yayınları
1. Baskı, Kasım 2016, Ankara

  Maus’tan sonra okuduğum ikinci çizgi romandı ve çok sevdiğimi belirtmem gerekiyor. İnternette okuduğum bir yoruma aynen katılıyorum, bu tarz otobiyografik hikayeler romanlaştırıldığında, aynı türe ait çok fazla eser bulunduğu için belirli bir çekicilik taşımıyorlar. Çizgi roman versiyonları ise tadından yenmez oluyor.

  Beyninde bulunan tümörle epilepsiye yakalanan genç bir kadının bu sancılı dönemde yaşadıkları anlatılıyor. Büyük bir unutkanlıkla da boğuştuğu için bazı kısımları ailesinin ona anlatışından dinliyoruz. Çizimleri çok doğal, diyalogları çok içten buldum. Yaşamın ve hayatın kıymetini, ailenin önemi ve sağlıklı olmanın  ne kadar büyük bir lütuf olduğunu kitap çok iyi bir şekilde gösteriyor, otobiyografik olması da aynı şekilde artı bir puan. Kitabın bazı kısımlarında bulunan çizimlerin, yazarın hastalandığı dönemden izler taşıması ve bunu eserine dökmesi ise elbette takdire şayan bir durum. Parantez ismini de çok yakıştırdım kitaba, insanın, yakalandığı hastalık yüzünden iki duvar arsına sıkışıp kalması ve bu sürecin ne kadar boğucu olduğunu ifade etmek üzere cuk oturan bir kavram.

  Tavsiye ederim herkese.


16 Haziran 2017 Cuma

Hadi, Yarın Görüşürüz (So Long, See You Tomorrow)
William Maxwell
Sayfa Sayısı: 152
Çevirmen: Çiğdem Erkal İpek
Jaguar Kitap
1.Baskı, Ocak 2017, İstanbul

Gözlük kullanmaya başlamamın ve gözlerimdeki sorunu fark ettiğimden beri kitap okuyamamamın şerefine girdiğimin sürecin bitirdiğim ilk kitabı bu oldu. Maalesef ki, Kadıköy Kitap Günlerinden aldığım bu eser yeterince tatmin edici değildi.

  Çocukluğunda yaşadığı anılara yelken açarak, Maxwell, anlatıcı pozisyonuna bürünmüş ve oradaki olayları ve insanları birer birer ele almış. İnsanlar arasındaki ilişkileri sarsıcı psikolojik  analizler ve birbirinden etkileyici tahlillerle kurmaca yoluyla okuyucuya sunması takdire şayan gerçekten de. Okudukça karakterlere olan bağlılığınız, suçlayacak birisini bulamamanın verdiği ızdırap sizi zorluyor çünkü bir noktada herkesin yaptıklarının bir sebebi olduğunu biliyorsunuz.


  Üst paragrafta bahsettiğim, genel anlamdaki övgüler aslında hislerimle tezat halinde. Çünkü ben bu kitabı sevemedim. Güzel bir kurmaca belki, ama yazarın anlatım tarzı bana hitap etmedi, okurken zorladı, olayların akışı yavan geldi ve çok büyük beklentilerle başlama gafletinde bulunduğumdan ötürü de kitap koskocaman bir hüsran oluşturdu. Belki siz beğenirsiniz, belki siz benim göremediğim şeyler görürsünüz. 
Çocukluğun Sonu (Childhood’s End)
Arhur C. Clarke
Sayfa Sayısı: 251
Çevirmen: Ekin Odabaş
İthaki Yayınları
4. Baskı, Nisan 2017, İstanbul

Okuduğum diğer bilim kurgulardan ağır bir anlatıma sahip olsa da, bu etkileyiciliğini hiçbir şekilde düşürmemiş, aksine farklı kılmış kitabı. Yazarın; insanın korkularını, evreni, geleceği baz alarak yaptığı birtakım sorgulamalar ve felsefi görüşlerle, bilimi aynı anda harmanlanması tadından yenmez bir eser çıkartmış ortaya.

  ABD ve Sovyetler arasında devam eden, diğer gezegenlere ilk kim gidecek yarışının sürdüğü zaman diliminde, Hükümdarlar olarak adlandırılan insandışı yaşam formları dünyaya ayak basarak, tüm kontrolü devralırlar ve uzun yıllardır her şeyi yönetme arzusunda olan insanlar büyük bir şok geçirirler. Beklenilen bir uzaylı istilası yerine, Hükümdarlar, açlığı, kıtlığı, savaşı, zalimliği ve suçu bitirerek ütopik bir yaşam koyarlar ortaya. Peki bu gerçekten bir ütopya mıdır?

  İnsanlar arasında yüzyıllardır süren rekabet, Hükümdarlar geldiğinde bitiyor ve bu noktada da Hükümdarlar, ebeveyn rolüne bürünüyorlar. İnsanlık, sanki asırlar birbirleriyle kavga eden, tartışan, ırkçı söylemler kullanan bir çocukmuş da, yetişkinler onları kontrol altına aldığında hizaya gelerek her şeye son vermiş, daha akıllı ve mantıklı kararlar verebilen bireyler olmuş gibi. Aslında, söylendiği kadar büyük bir zekaya sahip değil insanlık.


  Her şeyin mükemmelleşmesi bir ütopya mı açığa çıkarır, yoksa bir süre sonra distopyaya mı dönüşür bu durum? Ne kadar muntazam işler yaparsak yapalım –kitapta bahsedildiği gibi- herkesi tatmin etmek asla mümkün olmayacaktır. Okunması gereken kültleşmiş bir bilim kurgu eseri, tavsiye ederim. 

2 Haziran 2017 Cuma

Dune
Frank Herbert
Sayfa Sayısı: 712
Çevirmen: Dost Körpe
İthaki Yayınları
2. Baskı, Mart 2016, İstanbul

Muazzam bir kitap, okuduğum en iyi bilim kurgulardan, okuduğum en iyi kitaplardan bir tanesi. Hugo ve Nebula ödüllerini kazanmış, edebiyata farklı bir boyut kazandırmış ve uzun bir süre hafızamdan silinmeyecek bir şaheser, Dune.

  Kitapta beni en etkileyen kısımlardan bir tanesi, dört yüz metre boyundaki solucanlar ve onları ehlileştirme işlemi oldu, hayal gücüne tapıyorum bu adamın. Diğeri ise gezegenin kuraklığından ötürü, Fremen adı verilen yerlilerin kendi kabilelerinden biri öldüğünde, ölen kişinin bedenindeki suları çekmeleri ve içmek amacıyla kullanmaları oldu. Bunu okuduğum kısımlarda beynimin yavaş yavaş eridiğini hissettim.


  Kitap sadece kült bir bilim kurgu değil, felsefe, sosyoloji, siyaset vb. konularda ufuk açıcı, bilgilendirici ve ilham verici bir eser. Her bölümün başında yer olan aforizmalar ders verici nitelikte, “şuraya da iki özlü söz yazalım yaa” ile kesinlikle bir alakası yok. Oluşturulan Bene Gesserit topluluğuna ise hayran kaldım, kitapta geçen “Korku akıl katilidir,” duasına ise bayıldım. Yazar öyle bir evren yaratmış, öyle bir kültür işlemiş, öyle karakterler yaratıp öyle güzel bir dille kaleme almış ki bunları, eleştirecek bir nokta dahi bulamıyorum. Bittiğinde içime bir keder oturdu.