Yeni Hayat
Orhan Pamuk
Sayfa Sayısı: 247
Yapı Kredi Yayınları
3. Baskı, Haziran 2015,
İstanbul
**
Kitap hakkında ayrıntılı bilgi içerebilir!
Bu hafta dil ve anlatım dersinde anlatımın özelliklerini işledik.
Bir yazıyı çekici kılan unsurlardan bahsetmiştik ve az önce aklıma bir anda Yeni Hayat’ı bu koşullara göre
değerlendirmek geldi. Hocamız, “Bir
kitaba yapıştıysanız, heyecanla okuyorsanız, sonunu hızla getirmek, yalayıp
yutmak istiyorsunanız, kitapta devamlı gizem havası hakimse ve sonuna kadar,
son cümleye kadar merakla dolup taşıyorsanız eğer,”, demişti, “o kitap gerçekten sürükleyicidir ve sizin,
kendisini bitirmesini bekliyordur.”
Kitaplar, bende bir konuşma dürtüsü uyandırıyorlarsa, daha çok
kafamın içinde kendi aralarında yapıyorlardı bu işi. (s.205)
Kitabı bitirdiğimde üzerime
çöken o afallamışlık hissini fırlatıp atma şansım olsaydı, hiç düşünmeden yapardım bunu çünkü
kendimi fena halde dağılmış hissediyorum; ama diğer bir yandan da, sonsuza
kadar benim bir parçam olacak olsa tek kelime etmezdim. Öylesine tuhaf,
öylesine güzel, öylesine şiirsel ve ince, can yakıcı bir kitaptı ki okuduğum
her cümleyi iliklerime kadar hissettim, adeta yaşadım.
Kitabın bana açtığı yeni dünya o
kadar yabancı, o kadar tuhaf ve şaşırtıcıydı ki, bu alemin içine bütünüyle
gömülmemek için şimdiki zamanla ilgili bir şeyler hissetme telaşı duyuyordum.
Başımı kitaptan kaldırıp odama, dolabıma, yatağıma bakarsam ve penceremden
dışarıya bir göz atarsam, dünyayı bıraktığım gibi bulamayacağım korkusu içime
yerleşiyordu çünkü. (s.8)
Kitapta pek çok şey iç
içe, onlarca kümeden oluşuyor gibi, ve hepsini kapsayan büyük bir küme daha var
ve bundan dolayı içine girmek için cümlelerle adeta aşk yaşamanız ve
birbirinizi hissetmeniz gerekiyor, aksi takdirde anlamlandırmak zor olabilir.
Okursan eğlenirsin, inanırsan
hayatın kayar. (s.27)
Kitabın ilk cümlesinin, gelmiş
geçmiş en güzel başlangıçlardan biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle bir tümceyle karşılaşınca
zaten ister istemez tüyleriniz diken diken oluyor ve bu kitaptan da aynı
duygusu hissettirmesini bekliyorsunuz, o tecrübeyi bir de siz yaşamak
istiyorsunuz: “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti.”
Bitmek bilmeyen bir arayış ve bir yolculuk
var, devamlı bir şeylerin peşindeyiz, arıyoruz, tarıyoruz, ulaşmak istiyoruz ve
arayışlar kısımlarında da Orhan Pamuk’un güzelim gözlemleri bizi kavrıyor.
Otobüs yolcukları sırasında, mola yerlerinde, oralarda buralarda analizlerini
ince ince sunuyor bize, ve belki gözden kaçırdığımız küçük detayların farkına
varıyoruz. Ucuz filmler ve çorbalar ve onlar, şunlar, bunlar. Aslında sanırım
bulmak gibi bir amaç güdülmüyor bize, temel felsefe aramak üzerine kurulmuş
olabilir.
Bu otobüsler insanı
istediği yere en sonunda götürür. Otobüslere inanıyorum. (s.62)
Talih diye okumuştum bir yerde,
kör değil cahildir. Talih diye düşündüm, istatistiği ve olasılığı bilmeyenlerin
tesellisidir. (s.52)
Osman, tesadüfen
karşılaştığı kızın elinde bir kitap görüyor ve o kitabı bulabilmek için
sahafları geziyor. Kitabı buluyor, okuyor, okuyor ve kitaba delicesine
bağlanıyor, hatta kitaptan o kadar çok etkileniyor ki, kitabı bir de yazıya
döküp kendisi (aynısını) defalarca kez yazıp yazıp duruyor. Varı yoğu bu kitap
oluyor sanki. Kitabın sunduğu yeni hayatı bulmak için arayışlara girişiyor,
artık bu hayatı onu tatmin etmiyor çünkü erişmek istediği bir sınır var, o
olmadan hiçbir şekilde yaşamın güzelliğini tadamayacak.
İnsan düşündüğünün, yaptığını
sandığının tam tersini yapar çoğu zaman. O ülkeye giderken kendine dönersin,
kitabı okuyorum sanırken yeniden yazarsın, yardım ediyorum derken yaralarsın...
İnsanların çoğu aslında ne yeni bir hayat isterler, ne de yeni bir dünya. Bu
yüzden kitabın yazarını öldürürler. (s.63)
Canan var bir de, ona aşık
oluyor, elindeki kitapla gördüğü kız. İkinci bölüm de şöyle başlıyor zaten: “Ertesi
gün aşık oldum. Aşk, kitaptan yüzüme fışkıran ışık kadar sarsıcıydı ve
hayatımın çoktan yoldan çıkmış olduğunu bana bütün ağırlığıyla kanıtladı.”
Aşk birisine şiddetle sarılma, onunla aynı yerde olma özlemidir.
Onu kucaklayarak, bütün dünyayı dışarıda bırakma arzusudur. İnsanın ruhuna
güvenli bir sığınak bulma özlemidir. (s.206)
Yine de kitap hakkında pek
fazla bilgi yok, hatta hiç yok da denebilir. Çünkü yukarılarda bahsettiğim
gibi sanırım amaç, kitabı tanımak değil, kitabın ait olduğu ülkeyi bulmak,
oraya ulaşmak ve arayışlar silsilesi, ve sanırım bir yerde anladığımız kadarıyla
da ölüm üzerine bir kovalamaca. Kitap yüzünden aşık oluyor, onun yüzünden katil
oluyor, onun yüzünden arayışlara girişiyor ve onun yüzünden, tam hayatını
oturttuğunu zannederken her şey tepetaklak oluyor.
“Çocukken, okumak bana, ilerde günün birinde, bütün öbür
mesleklere birer başladığı sırada, insanın üzerine alacağı bir meslek gibi
görünürdü.” (s.191)
Bir de Canan var tabi, kitabın en can
alıcı noktalarından birisi olabilir bu. Kitap yüzünden bütün her şeye girişiyor
tabi ki ama bunları sanırsam onun uğruna yapıyor. Öylesine, delicesine aşık ki
Canan’a, gözü hiçbir şeyi, hiç kimseyi görmüyor. Bunu sağlayan şey belli bir noktada
kitap olabilir ama ona olan hislerinin ışığında katil oluyor, onun için
hissettiği kıskançlık duygusundan ötürü veya.
Varolmak sana sarılmaktır. (s.146)
Canan olduğunu en son
aldığı vişne rengi basma elbisesinden, hayır, yalnız ondan değil, yürüyüşünden,
duruşundan, inceliğinden, zarafetinden, hayır, kalbimin atışlarından anladım.
(s.119)
Yeni hayata gidecek olan
yol Canan’dan geçiyorsa, ve Canan da ulaşılmazsa, dokunulmazsa, elde
edilemezse, yeni hayatın derin sulara gömülmekten ve arayışın daha fazla öteye
gidememekten başka bir seçeneği yok. Kitapta geçen Mehmet’in aynı zamanda
Osman’la, yani ana karakterimizle aynı kişi olduğunu öğrenmek, sonrasında
Osman’ın Mehmet’i vuruduğu sırada aslında kendi benliğine bir silah çektiğini
görmek ve kendini paramparça ettiğine, ölümün kuyusunu kendi elleriyle
yazdığına şahit olmak gerçekten kurgunun muazzamlığını önüme sunuverdi.
Tabancamı çekip narin
tenini delik deşik etmekle, onun en iyi arkadaşı, sıradaşı, kaderdaşı olmak
arasında bir kararsızlık geçirdim. (s.156)
Ben bir zamanlar başka
biriydim, o başka biri de ben olmak isterdi. (s.54)
Bazı yerlerde eleştiriler görüyorum, öz eleştiriler, ülkemizde
yıllar geçtikçe patlayan şeyler. Gençliğinde gayet güzel otobüs yolculukları
yapabilirken ilerleyen vakitlerinde ortaya çıkan PKK, demiryolu ile ilgili
devletin yanlış siyasetleri ve insanların sömürülmesi üzerine bir takım şeyler.
Doğu-Batı çatışması ve gün geçtikçe insanların sefilleşmesi, çok hafif gelse de
fark ettirilecek derecede bizlere sunuluyor kitapta.
“Kütahya’dan kalkan tren, Uşak’a gitmek için neden Afyon’dan
geçer?”
(..)
“Devlet, demiryolu
siyasetini ne yazık ki terk ettiğinden.” (s.222)
Başka işlerden de hoşlanabilirdi. Evet, o işler, ekmek parası
getirseydi onları da yapabilirdi. Sözgelimi dünyaya bakmak, gerçek anlamıyla
görerek bakmak da çok zevkli bir şeydi. (s.181)
Kısaca: Kendimi başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka
bir amacı olan özel biri olarak görmek istemiştim. Bu da buralarda affedilecek
bir suç değildir. (s.242)
Ayrıca bir de Celal Salik durumu var.
Kitapta, birkaç yerde, intihar eden bir köşe yazarı olduğundan bahsediliyor.
Ben de şöyle arattım internette, kimmiş acaba diye ve gördüm ki, bu şahıs,
Celal Salik, Orhan Pamuk’un Kara Kitap romanından bir karaktermiş! Kitapları
arasında böyle köprüler ve bağlantılar kurabilmesi de küçümsenemeyecek kadar
müthiş bir ayrıntı bence.
Büyük uygarlıkların yıkılışı ve hafızaların çöküşüyle birlikte
ahlaksızlığa ilk kapılanlar çocuklar olurlarmış. Onlar eskiyi daha çabuk ve
acısız unutur, yeniyi daha çabuk düşlerlermiş. (s.109)
Hiçbir şey, her şeyi unutabilmenin verdiği huzurdan daha değerli
olamaz. (s.172)
Şunu da es geçmemek istiyorum aslında, yazmazsam
içimde kalacak çünkü. Orhan Pamuk hakkında devamlı ama devamlı Nobel’i hak
etmediği, vatan haini olduğu tarzında söylemler duydum. Elbette herkesin kendi görüşü, ama bunları daha tazecik beyinlere empoze etmek, ne bileyim, vahşet. Orta okuldayken
edebiyat ve tarih öğretmenlerim, lisede karşılaştığım yine benzer kişilikler ve
hakkındaki birtakım olumsuz söylemlerden dolayı bakış açımı negatif yönde etkiledi. Okumayın sakın, veya, okuduktan sonra nefret dolun tarzı söylemler doğrudan olmasa da imayla söylendi ve bunlar bir insana söylenebilecek gelmiş geçmiş en kötü sözlerden birisidir. Kitapları hakkında doğru düzgün yorum yapmak bile mümkün olamıyor çünkü
devamlı yok işte şunu şöyle yapmış, şu
sözü şöyle kullanmış tarzında basitçe karşılıklar alıyorsunuz, gerçekten çok üzücü.
Orhan Pamuk, gerçekten
kaliteli bir yazar. Kitabında kullandığı ayrıntılar oldukça önemli ve pek
takılmadan üzerinden atladığımız noktalarla ileride bize engel kurup ters köşe
yapabiliyor, olduğumuz yerde kalakalıyoruz, bariyere çarpıp yere düşüyoruz. Bu
kadar nefret ve hakaret hedefi olması, bunların üstüne üstlük okullarda
öğrencilere dayatılması, maalesef insanın içini burkuyor, burada söylemek
istemediğim gerçekleri yüzümüze çarpıyor.
Kitaplar hakkında da
olumsuz yorum yapmayı pek sevmiyorum çünkü bir kişinin zevkiyle, ötekisininki
aynı olacak diye bir kural yok. Lakin yorumu okuyan kişi ister istemez yazıdan
etkileniyor, ve üstüne üstlük, yazıda gerçekten küçümseyen sözler varsa
rafların en arkasına tozlanmak üzere itiliyor. Yapmayın, çok merak ettiğiniz
bir kitabı sırf birileri kötü şeyler söylüyor diye boş yere kenara itmeyin,
zevkler renkler tartışılmaz bir kere ki.
Yeni Hayat’ı bir daha
okuyacağım ve bir daha ve bir daha, bir daha, defalarca kez okuyacağım, iyice
sindirmem, hazmetmem çok uzun zaman alacağa benziyor çünkü.