27 Mayıs 2017 Cumartesi

Kül Dağı’ndaki Kütüphane (Library at Mount Char)
Scott Hawkins
Sayfa Sayısı: 432
Çevirmen: M. Boran Evren
İthaki Yayınları
1. Baskı, Ocak 2017, İstanbul

Bir haftadır sınavlardan ötürü kitap okuyamamın verdiği acıyla dün başladım ve bugün de bitirdim. Enfesti, okuması çok keyifli ve altında barındırdığı mesajlar da çok anlamlıydı. Kurgusu orijinal, yazarın dili de çok akıcıydı.

  ‘Baba’ adı verilen gizemli bir kişi, on iki çocuğu Kütüphanesine alır (kaçırır?) ve her birini farklı alanlarda eğitmeye başlar. Kimi evrendeki tüm dillere hakim olmak için gecesini gündüzüne katmakta, kimi hayvanlarla konuşabilmekte, kimi de ölüleri diriltebilmektedir. Ancak bir gün Baba’nın ortadan kaybolmasıyla, işler değişir.

  Sıkılanlar olmuş, ben kitabın tek bir anında dahi sıkılmadım çünkü karakterlere bayıldım, Erwin, Stieve, Naga (kendisi dişi bir aslan) ve özellikle de Carolyn. Olayların tarif şekillerini ve diyalogları okurken kahkahalar attım, çoğu yerde de sırıtmadan edemedim. İncelikli, doğal ve naif işlenmiş her biri. Fantastik bir eser olmasına karşın büyücüler, periler vs. barındırılmadan da çok güzel, çok farklı işlerin çıkacağı gösterilmiş. Carolyn’le Stieve’in birlikte olmaması içime oturdu azıcık, kitap boyunca da beklemiştim halbuki, gözlerim yaşlı.

  Normalde bu kitap benim için eksilerde olabilirdi çünkü neredeyse olay 300 sayfa kadar bir süre boyunca olmuyor. Abuk sabuk, ancak daha sonra mana kazanacak birtakım şeyler yaşanıyor ve bunlar mizahi bir dille anlatılıyor. Ancak –yine- yazarın o güzelim dili, yarattığı o güzelim karakterler ve dünya devreye giriyor ve kitabın her sayfasını merakla okumam için beni dürtüyorlar.

  Ben çok sevdim.

  

20 Mayıs 2017 Cumartesi

İki Hayat Arasında (Between the Lives)
Jessica Shirvington
Sayfa Sayısı: 320
Çevirmen: Aslı Tümerken
Yabancı Yayınları
2.Baskı, Kasım 2015, İstanbul

O kadar çok övülmüştü ki, ben de dayanamayıp almıştım, yine kocaman bir hayal kırıklığı oldu bu kitap benim için.

  Sabine’nin iki farklı hayatı var, ilk yirmi dört saati Wellesley’de lüks bir hayata sahip olarak yaşıyor, gece yarısı kendisinin tabiriyle bir ‘Dönüşüm’ geçirerek aynı yirmi dört saati farklı bir hayatta geçiriyor, ikinci yaşamı daha problemli ve daha zor. Bundan dolayı da tek istediği şey sadece bir hayata sahip olabilmek. Daha sonra işlerin içine Ethan girince, her şey tepetaklak oluyor.

  Yazar, Ethan ve Sabine arasındaki etkileşimi çok sığ kurgulamış, onların birbirlerine duyduğu çekim çok çabuk gerçekleşiyor ve bir anda olay Türk filmlerine dönüyor. Ethan bir ara kötü çocuk modundayken, kısa süre sonra hassas ve duygusal genç moduna evrilerek ağır bir dramatizleştirilme seansı uygulanıyor. Komik.

  Yazar, Sabine’nin yaşadığı olaylara neredeyse hiç değinmiyor ve okuyucuyu birçok cevapsız soruyla baş başa bırakıyor. Neden iki hayat yaşıyor vs. gibi birçok soru havada kalmış, büyük bir tatminsizlik yaratmıştır. Son kısmı nedense herkese etkileyici gelmiş, fena bir son olduğunu düşünmüyorum ben de ancak vasatın ötesine geçemediği kesin, bir orijinallik barındırmıyor. Kitap aşk romanlarındaki tüm klişeliklerin bir araya toplaştırılarak yansıtılmış hali gibi, farklı bir kurguda sunulmaya çalışılmış bu, olmamış.

  Çok çabuk bitirmemin sebebi elbette yazarın dili. Bir sonraki sayfayı merak ede ede okuyor insan, çünkü yazar gerçekten etkileyici bir biçimde sözcükleri kullanmış, çevirinin de etkisi büyüktür. Kitapların, çerezlik vs. gibi kategorilere sokulmasını doğru bulmuyorum, bu etiketler yapıştırılarak kolaya kaçılmaya çalışılıyor ve beklentimde de herhangi bir değişiklik olmuyor. Sınavlar bitse de, daha kalın, daha umutlu olduğum kitaplara başlayabilsem. Sağlıcakla,

19 Mayıs 2017 Cuma

Hayali Gezginler Kulübü (Ulysses Moore #12) [Il Club dei Viaggiatori Immaginari]
Pierdomenico Baccalario
Sayfa Sayısı: 288
Çevirmen: Delal Aydın
Doğan Egmont
1. Baskı, 2012, İstanbul

DİKKAT. Bu yazı, kitap yorumundan başka her şeyi içerebilir!

Çocukluğumun biricik efsanesi. İlkokuldayken ülkemizde sadece ilk altı kitabı yayınlandığı için, onları büyük bir hevesle yalayıp yutmuştum. Hatırlıyorum, 2. veya 3. sınıftayım dedemle beraber gidiyoruz bir alışveriş merkezine, gözüm yılanlı bir kapağa takılıyor ve üzerinde de üç çocuk var. Okumayı öğreneli pek olmamış ama işte içimde tarifsiz bir heves var ve dedem, canım dedem, hemen alıyor. Böylelikle okuma hevesimi bana kazandırmış olan ve hayatım boyunca etkilerini en ufak şeyde olsa dahi görebileceğim bir dünyaya adım atıyorum. Eve gidince de içine imza atmasını istiyorum, hem imza atıyor, hem de şöyle yazıyor: “Dedesinden Miray’a hediye.” Huzur içinde uyusun.

   Ortaokuldayken son kitapları yayınlanmaya başlayınca da çıkar çıkmaz aldım ve hiç vakit kaybetmeden seriye tekrar başladım. Arkadaşımla beraber okurduk bu seriyi ve çılgınlar gibi Zaman Kapılarını, geçmişe gitmeyi, Salton Uçurumu’nu, Argo Villası’nı, Jason, Julia ve Rick’i tartışırdık. Oblivia Newton vardı, Manfred vardı, Nestor, Fred Ayaktauyur, Öğretmen Stella, Calypso, Leonard, Kara Valkon, Peter Dedalus ve daha niceleri. Son altı kitapta da olaylar farklı bir yere evrilerek yeni karakterler dahil oldu ama yine de seriye olan bağımda zerre bir aksaklık yaşanmadı. Çok sevmiştim, çok seviyorum ve çok seveceğim.

  Bloglara filan yorumlar atardım, hatta bir ara Argo Villası’nın gerçek olup olmadığıyla alakalı araştırmalarımı paylaşmış ve olumlu tepkiler almıştım. Sonra, İtalya’ya ve Kilmore Koyu’na gitmeyi çılgınlar gibi hayal ederdim. Ne günlerdi.

  Serinin son kitabını ise hiçbir zaman okumadım, diğerlerini defalarca kez tekrar ettim ama nedense elim son kitabına gitmedi. Belki bu karakterlere veda etmek istemedim, belki bu dünyanın biteceğini kabullenmek istemedim ama fazla duygusallığa gerek yok sanırım, insan büyüdüğünde daha realist olmaya başlıyor. Bugün başladım ve bugün de bitirdim. Dikkatimi çeken şey, karakterlerin pek çoğunun adlarının Yunan mitolojisine dayanması. Peter Dedalus mucit bir insan kitapta, mitolojiye göre de Daidalus, her işe eli yatkın bir insanla özdeşleşiyor. Calypso veya, sırrı yavaş yavaş sonda döküyor, mitolojiye göre de Kalypso gizemli tanrıça demek.

 Başlarda ve ortalarda tempo hiç düşmedi ve o tanıdıklık hissi biraz beni mutlu etti, sonunda ise karakterlerin sonraki yaşamları özetlenerek mutlu bir son yapıldı. Bir çocuk kitabı olduğunu bilmeme ve böyle biteceğini tahmin etmeme rağmen yine de hayal kırıklığına uğradım. Kitap bittiğinde milyonlarca soru cevapsız kaldı, bazı karakterlere de ne olduğunu bilemedim. Olaylar öylesine çabuk bitti ki, bir olayın var olup olmadığı bile meçhul, önceki kitaplarda böyle hissetmemiştim, tatmin olmuştum. Sonra, çok tozpembe bir şekilde son bulması ve Penelope’nin ortaya çıkışı vs. gibi durumlar da aşırı derecede yavan kalmış, bir yüz sayfa daha olsa, çok daha oturaklı bir biçimde final yapılabilirdi. Çok özensiz, yazılmak için yazılmış, bitse de gitsek edası sezilen bir bitiş olması azıcık üzdü beni.


  Belki de ben büyümüşümdür ama, belki bir beş sene önce okumuş olsaydım, bu kitap beni mutlu edebilirdi. Yine de teşekkürler, Pierdomenico.

18 Mayıs 2017 Perşembe

Sissoylu: Son İmparatorluk (Mistborn: The Final Empire)
Brandon Sanderson
Sayfa Sayısı: 528
Çevirmen: Can Sevinç
Akılçelen Kitaplar
2. Baskı, 2016, Ankara

9 aydır kitaplıkta bekletiyordum; kocaman bir ciltinin olmasının yanı sıra, sayfa sayısının fazla ve puntoların küçük olmasının da etkisi büyüktü. Okuduğum, açık ara, en iyi fantastik kitaplardan bir tanesiydi, muazzamdı. Kitabın üzerimde bıraktığı o devasa etkiden uzun bir süre boyunca kurtulamadım. Sınav haftası gelmiş olmasına rağmen de okuma süremi 5 günde tamamladım, öyle harikaydı işte.

  Yazarın yarattığı evrene bayıldım ve diğer yorumlardan okuduğum üzere ben okurken zerre bıkkınlık duymadım. Diğer kısımlarına göre ilk 100 sayfanın sıkıcılığı dile getirilmiş ama o sayfaları okumaktan çılgınlar gibi keyif aldım, kitabın diğer kısımlarından deliler gibi aldığım keyif gibi. Yazarın yazım tarzı bir kere enfes, konu enfes, konuyu işleyişi daha da enfes. Karakterleri o kadar sevdim ki, kendimle özdeşleştirmem ve hayallere dalmam kaçınılmaz oldu. Yazarın özellikle son kısımda yaptığı o ters köşeler, olayların içinde zekice çıkılması ve neredeyse her duyguyu barındıran, altında önemli mesajları barındıran alt metni ve kitabın söylemek istediği şeyler  harikaydı.

   *SPOİLER* Kitaplarda ve filmlerde tabu konusu olabilecek, ana karakterin ölmesi mevzusunun ise bu kitapta yer alması beni çok mutlu etti, şaşırttı. Dirilecek, başka türlü olmaz, seri biter ya vs. gibi düşüncelerin kafamda uçuşmasına rağmen yine de öyle olmadığını anladım. Harikulade.


  Sen harika bir adamsın Sanderson, Kelsier’e bayıldım. Teşekkürler, çok yakında ikinci kitapla görüşmek dileğiyle.  

12 Mayıs 2017 Cuma

Biz (Mıy)
Yevgeni Zamyatin
Sayfa Sayısı: 250
Çevirmen: Fatma Arıkan&Serdar Arıkan
İthaki Yayınları
5. Baskı, Aralık 2015, İstanbul

Ben kitabı her şeyiyle (yerden yere vurulan çevirisi dahil) beğendim. 1984, Fahrenheit 451, Cesur Yeni Dünya, Mülksüzler gibi pek çok kitaba esin kaynağı olmuş, anti-ütopyanın öncülerinden bir Rus klasiğidir.

  İnsanlara isimleri yerine sayılarla hitap ediliyor ve dış dünyadan yalıtılmış duvarlar arasında yaşıyorlar. Çiftleşmeleri bile devletin onlara uygun gördüğü saatlerde gerçekleşiyor. Tek Devlet adı altında varlıklarını sürdürmeye çalışan bu insanlardan birisi de D-503, İntegral adı verilen bir geminin (görevi, diğer gezegenlere de aynı sistemi yaymaktır) yapımında görev alan matematikçidir ve bulundukları sisteme körü körüne bağlı olmayı savunur, ancak kendisiyle tamamen zıt, bulundukları ortamı protesto eden bir kadınla tanıştıktan sonra her şey değişecektir. Bir insanın adım adım nasıl evrildiğini çok güzel gösterir kitap.

  Kitabın adı olan Biz ise bireyselliğin ortadan kalktığı, insanların tamamen birbirinin aynısı olduğu bir dünyanın simgesi olarak karşımıza sunuluyor. Günümüzde pek çok şeyle özdeşleştirilebilecek, gelecek yıllar boyunca güncelliğini koruyabilecek geniş bir dağarcığa sahip bir eserdi, ardından gelen distopyalarla ise ne kadar benzediğini rahatça görebiliyoruz. Barındırdığı felsefik cümleleri okudukça doyamadım, daha fazlasını arzuladım ve klasik Rus edebiyatının izlerini taşımasını da çok sevdim. Günlük şeklinde yazılmış olmasıyla bir nevi aklıma yeniden 1984 geldi, Cesur Yeni Dünya’yı okumadım ancak okuyanların direkt Aldous Huxley’nin, Zamyatin’in fikirlerini yürüttüğüne ilişkin iddiaları dikkatimi çekti. Diğer distopyaların pek çoğunun kökeninin Biz’e dayanmasına rağmen, diğerlerine nazaran az bilinmesi ise (en azından bizim ülkemizde) biraz ironik. Bu tarz kitapların bireyin bakış açısında yarattığı değişimleri seviyorum, insanları daha da şüpheci ve meraklı yapıyor. Okuyalım, okutturalım.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

Hobbit (The Hobbit)
J.R.R. Tolkien
Sayfa Sayısı: 425
Çevirmen: Gamze Sarı
İthaki Yayınları
8. Baskı, Şubat 2015, İstanbul

Söyleyecek şeylerin çoktan söylenmiş olduğu, 16 yaşındaki bireylere dahi okumak için geç kaldığını düşündürten harika kitaplardan bir tanesi, Yüzüklerin Efendisi’ni de en kısa zamanda alıp okuyacağım.
 
  Tolkien’in başyapıtı olduğunu düşünmemekle beraber, birkaç pürüzü de burada belirtmek istiyorum. Ejderha ve beş ordunun savaşı kısımları çok aceleye gelmiş –ki filmi izlememiş bir okuyucu olarak belirtiyorum bunu. Elbette kitabı çocukları için yazdığı gerçeğini de kabullenerek objektif bir yorum sağlamak gerek, ama bir eleştiri ne kadar objektif olabilirse, ben de o kadar olabiliyorum. Bunun dışında da söyleyecek bir şey bulamıyorum. Yoktan bir evren yaratıyorsunuz, oraya yeni ırklar yerleştiriyorsunuz, hepsinin özelliklerini ayrı ayrı kurguluyorsunuz, fantastik edebiyata yeni bir boyut kazandırıyorsunuz ve aynı zamanda evren yaratmakla kalmayıp o evren için bir de yeni lisan üretiyorsunuz! Muazzam.

  Çeviri ise maalesef çok özensiz, yetersiz. Şarkıların çevrildiği kısımlar ilkokul düzeyine hitap eder modda, 8. baskı olmasına rağmen yazım hataları hala var. Yine de, çevirinin kötülüğü eserin mükemmeliğine zarar verememiş.

6 Mayıs 2017 Cumartesi


Harry Potter ve Sırlar Odası (Harry Potter and the Chamber of Secrets)
J.K. Rowling
Sayfa Sayısı: 314
Çevirmen: Sevin Okyay
Yapı Kredi Yayınları
37. Baskı, İstanbul, Ağustos 2016

İlk kitaptan (altı ay oldu okuyalı) vasat olmasına karşın fena değildi. Altı  ile on yaşlarım arasındayken CD’lerini defalarca kez seyretmiş ancak kitaplarını okumayı hiç düşünmemiştim, bu sene içerisinde seriyi tamamlamayı istediğimi de belirteyim.

  Sonlara doğru Seçmen Şapka ve Fawkes’ın gelişi biraz yavan kalmış, o kısım tam sunulamamış okuyucuya. Filmden ek olarak başka olayları okumak, başka karakterleri tanımak keyif verdi. Normalde kitapları her zaman filmlerinden daha çok severim ama Harry Potter serisinde filmlerle kitapların birbirini tamamladığını düşünüyorum. Belki de, serinin sadece ilk iki kitabını okumuş olmak bu yorumu yapmaya itiyordur beni, ileride fikrim değişebilir, sadece bir tahmin. Filmlerde ise en çok Ateş Kadehi’nde etkilenmiş ve en çok Melez Prens'i sevmiştim. Diğer kitapları okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.


“Bize aslında kim olduğumuzu gösteren şey, yeteneklerimizden çok seçimlerimizdir, Harry.”    

3 Mayıs 2017 Çarşamba

Saeculum
Ursula Poznanski
Sayfa Sayısı: 520
Çevirmen: Firuzan Gürbüz
Pegasus Yayınları
1. Baskı, Nisan 2013, İstanbul

Bastian; 20 yaşında, tıp fakültesinde okuyan ve derslerden başını kaldırmayan bir üniversite öğrencisidir. Sandra’yla tanıştıktan sonra aralarındaki etkileşime bağlı olarak Sandra onu arkadaşlarıyla gideceği bir etkinliğe davet eder, lanetli olarak atfedilen bir ormanda beş gün. Bastian buna başta pek yanaşmasa da, Sandra’yla baş başa geçirebileceği birkaç gün için teklifi kabul eder. Oraya vardıklarında ise işler bir süre sonra rayından sapacaktır.

  Madde madde son zamanlarda okuduğum en kötü kitap olmasının nedenini yazayım:

1. Karakterler. 20 yaşındaki koskocaman adam, yaşının getireceği olgunluğu zerre taşımıyor. Saçma sapan hareketlerde bulunuyor, ilkokul çocuklarının bile aklının ucundan geçmeyen şeyleri düşünüyor ve yaptığı hareketler de bir o kadar tutarsız, gereksiz, manasız. Olayları birbirine bağlamakta o kadar güçlü çekiyor ki, bir kısımda ‘yuh artık’ moduna girebiliyorsunuz. Hepsini geçtim, iticiler, topyekun. Robot gibi hareket ediyorlar, arkadaşları ormanda kayboluyor, herkes bakkala gitmiş gibi bir hava içinde. Kocaman ormanda eşyalar çalınıyor, bir yerler kazılıyor vs. kimsenin umrunda olmuyor. İnsandan başka her bir özellik katılmış, harika.

2. Kapaktaki gerilim yazısına aldanmayın. “Neye gülüyorsun? Duvardaki adalet yazısına” sözünü anımsattı biraz ama konudan sapmayalım. Yazar gerilimi hiç verememiş, epey de kötü verememiş ve okuyucunun kitaptan düşmesini sağlamış. Kitap boyunca zaten insanakıllı bir olay da olmuyor ki hadi bir kısmı görmezden gelelim. Zayıf kurgu, zayıf karakterler. Üzgünüm.

3. Kitabın sonu. Mantık hatalarıyla dolu bir kurguya ancak bu kadar gereksiz bir son cuk otururdu. Sonuna yaklaşırken aklımdan zilyon tane tahmin geçti. Yaşadıkları olaylar bu oyunun bir parçası olsaydı eğer, şahsi kanaatimce okuyucu daha tatmin olurdu, Bastian da bir güzel şok olur ve olaylar daha güzel bir yöne evrilebilirdi. Bu sadece bir öneri elbette, ya da daha basit bir final yapsaydı, “şaşırsın gençler” modundan çıksaydı eğer yazar, en azından mantık hatalarından kaçınmış olabilirdi. Böyle çok daha kötü bir konuma düşmüş.


  Belki siz okuduğunuzda benim görmediğim bir ışık görürsünüz, belki siz beğenirsiniz.