Türkü Söylüyor Otlar
(The Grass is Singing)
Doris Lessing
Sayfa Sayısı: 240
Çevirmen: Fatma Aylin
Can Yayınları
1. Baskı (?), 1983,
İstanbul
Kitap hakkında ayrıntılı bilgi içerebilir!
Elimdeki baskısı o kadar eski ki, bunu hissetmek beni çok
mutlu ediyor. Hediye olduğunu bilmek de bambaşka zaten. Daha önceki yorumum
kısaltılmış İngilizce versiyonu için yapılmıştı, sonunda orijinalini de okumuş
bulunmaktayım, huzurluyum, mutluyum. Kavuşalı sekiz ay oldu aslında, canım
İngilizce öğretime bu mükemmel hediyesi için de –tekrardan- çok ama çok
teşekkür ederim.
Yazarın harikulade
bir dili var, okumak bu sayede çok akıcı oluyor ve kendinizi tamamen kitabın
içinde bulabiliyorsunuz. Kitap, günümüzdeki adı Zimbabve olarak bilinen
çoğunluğu siyahlardan oluşan ancak yönetme gücü beyazlarda olan Rodezya’da
geçiyor. Mary, sorunlu bir çocukluk yaşamış ve bundan dolayı da erkeklerden
kaçan, evlilikten uzak duran cıvıl cıvıl, hayat dolu ve çekingen bir kadın
olarak karşımıza çıkıyor. Otuzlarına geldiğinde ise bir gün çok yakın olduğu
kız arkadaşlarının onun hakkında dedikodu yaptığını işitiyor. Klasik toplum
baskısı burada çok güzel bir şekilde işleniyor ve Mary bundan ötürü büyük bir
utanç duruyor, hakkında söylenenleri duyduğunda neredeyse yıkılıyor. Sonra da
bu yorumlardan kaçıp kurtulmak için Dick Turner adında, kendisine ilgi gösteren
ilk erkeğin kucağına atlıyor ve uzun yıllar hayatını sürdürdüğü kent hayatından
çiftlik hayatına geçiş yapıyor.
Tabi ki bu geçiş
onun için koskocaman bir yıkım oluyor. Dick, tamamen insanlardan izole bir
hayat sürerken Mary de ne yazık ki ona ayak uydurmak zorunda kalıyor. Aşırı
derecede sıcak havalarda, çatısız bir evde kendini oylamaya çalışırken yavaş yavaş
da delirme raddesine geliyor. Yapacak, oyalanacak hiçbir şey, iletişimde
bulunacak kimse yok çünkü. Evine hizmetçi olarak gelen siyahi adamlarla bir
arada bulmaktan dolayı da ayrı bir iğreniyor, vakit buldukça onlara eziyet
ediyor ve kovuyor. Yavaş yavaş da yıkıma geçiyor tabi ki, ta ki siyahi bir
hizmetçi olan Musa gelene kadar. Bu Mary’nin hem yeni bir başlangıç yapmasını
sağlıyor, hem de sonu oluyor.
Yazarın değindiği
önemli konular ataerkil sistemin kadın üzerinde uyguladığı şiddet, toplum baskısı,
siyah-beyaz ayrımcılığı, ırkçılık ve sömürgecilik. Mary çocukluğunda babasının
tacizine maruz kalarak hayatı boyunca tensel ve duygusal temaslardan var
gücüyle kaçıyor. Toplum baskısına tutulduğu anda da, insanlar onu evlenmeye
zorluyor. Uzun yıllar saklamaya çalıştığı yarası tekrardan kanamaya başlıyor. Bulunduğu
ülke zaten ırkçılığın ve ayrımcılığın hat safhada olduğu bir yer, kentten köy
hayatına düştüğünde de işte kendini her şeyin tam ortasında buluveriyor.
Burada kötü bir
kadın, kötü bir ev sahibi, vahşi ve deli bir kadın olarak adlandırılan Mary
Turner suçlu değil, kurban aslen. Kitabın en sonunda, yazar ataerkil sistemi
bir kez daha gözümüze çarparak, Mary’nin, siyahi olmasına rağmen bir erkek
tarafından öldürülmesini de sarsıcı bir şekilde okuyucuya sunuyor. Betimlemeleri
ve anlatımıyla, özellikle böyle zor bir konuyu bu kadar etkileyici bir şekilde
işlemesiyle Doris Lessing’i sevgi ve hayranlıkla selamlıyorum. Okuma şerefine
eriştiğim için çok gururluyum, bin kez tavsiye ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder