24 Kasım 2016 Perşembe


Swastika Geceleri (Swastika Night)
Katharine Burdekin
Sayfa Sayısı: 232
Çevirmen: Mehtap Gün Ayral
Encore Yayınları
5. Baskı, Ağustos, 2016
**

Yetiştirildiğin çizginin dışındaki her şey sana hayali gelir. (s.125)

  Geçenlerde test kitabı almak için dışarıya çıkmıştım, kendimi kitapçılara girmekten alıkoyamadım bu sırada. Normalde D&R tarzı mağazalardan kitap almayı pek sevmem, kapitalist yaklaşım içine giriyor gibi hissediyorum çünkü. Neyse, sonunda kendimi kaybettim ve Swastika Geceleri’ni alıverdim. Uzun zamandır almak istediğim, merak ettiğim bir kitap değildi. Sadece birkaç kez görmüştüm, o gün de içimden al, bunu almalısın tarzı bir güdü geçti ve ben buna karşı koymadım, cennetime bir tohum daha ekmiş oldum. Pişman değilim.

Tehlike olmazsa cesur adamlar da olmaz. (s.69)

 Efendimiz, düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde onur da yoktur. (s.67)

  Kitapla ilgili olumlu ve olumsuz eleştirilerim olacak ama öncesinde konudan bahsedeyim. Kitap 1937 yılında yazılmış, o günden sonrasının 700 yıl ertesini hayal edelim. Adolf Hitler, iktidarı ele geçirmiş, pek çok toprağı kutsal Alman milliyetçiliği uğruna ülkesine katmış, öldükten sonra da insanlar tarafından Tanrı ilan edilmiş. Putlaştırılmış. Dünya, ikiye bölünmüş, bir kısmı Japonların, diğer kısmı ise Almanların. İnsanlar ise bu iki devlet arasında asimile oluvermiş ve hiçliğe mahkum edilmiş.

  Bunlara, kitaptaki Hitler toplumunun iki temel kurumu karşılık gelir: Erkeğin tecavüz etme hakkı ve Erkek-Çocuğun on sekiz aylıkken annesinden Alınması’nı, böylece erkekler tarafından ve erkekler arasında büyütülebilmesini emreden kanun. (s.8, Önsözden)

  Hitlerkent adı verilen bu devlette, Alman, Nazi bireyler onurlu, diğer milletlerden üstün, herkesten ve her şeyden öteler, kutsallar. Kendi içlerinde de sınıflara ayrılıyorlar ve en üstün tabi ki, Adolf. Tanrı. Yaratıcı.

“Erkek olma şansları yok ki. Sistem yüzünden. Bana bak Hermann, nedir erkek? Onur, cesaret, saldırganlık, barbarlık, acımasızlık mı diyeceksin? Ama tüm bunlar kızgın bir erkek hayvanın özellikleridir. Bir erkekte bunlardan daha fazlası olmalı, değil mi?” (s.45)

 Bir de kadınlar var. Kadınlara köle sıfatı bile yakıştırılamayacak, üzgünüm. O kadar beter bir haldeler ki, insanlıktan uzaklaştırılarak hayvan seviyesinde görülüyorlar. Dövülüyorlar, tecavüze uğruyorlar, aşağılanıyorlar ve tek görevleri çocuk doğurmak, erkek olmasına özen gösterilerek. Damızlaştırılmışlar ve her şey cehennem onlar için. Kafeslerde yaşıyorlar ve tamamen iradesizleşmişler. Var olmak veya yok olmak gibi kavramlardan uzaklar, psikolojik baskı öyle bir boyutta ki bu nesillerce aktarılarak artık genlere işlemiş. Korkuyor insan.

  Çıplak bir kadındı yatan, genç biri olması muhtemeldi ama yüzü paramparça edildiği için emin olamadı. Gözleri oyulmuş, burun delikleri kesilmişti. Saçları yolunmuş, kan içindeki kafa derisinden başka bir şey kalmamıştı. Çakıyla açılmış gibi görünen sayısız yarık ve kesik vardı bedeninde. Göğüs uçları kesilmişti. (s.109)

  Kadınlar daima erkeklerin istedikleri gibi olacaklardı: iradesi olmayan, karakteri ve ruhu olmayan, sadece yansıması olan canlılar. Bu yüzden, oldukları ya da olabilecekleri şey onların suçlu ya da erdemi değildi. Erkekler onların güzel olmalarını isterlerse güzel olacaklardı. Erkekler onların irade  ve karakter sahibi gibi görünmelerini isterlerse, böyle bir görünüm sergileyeceklerdi ama bu sadece rol icabı olacaktı. (s.93)

  Konuya baktığımda hayranlık uyandırıcı gelmişti, muhteşem bir ilahı kitap bir nevi. Feminist distopya çünkü, adından bile cesaret almamak elde değildi. Zaten bu kitap da dahil, feminist distopya denince aklıma 3 kitap geliyor. Biri bu haftasonu bulabilmek için Kadıköy’ü talan edeceğim, Margaret Atwood’dan Damızlık Kızın Öyküsü kitabı öteki de geçen yıllarda okumuş olduğum, feminist-distopya olarak adlandırılıp adlandırılamayacağına dair emin olamadığım Hillary Jordan’ın Uyandığında kitabı.

“Kadın cinsi insan değil, indirgenmiş insandır.” (s.13)

  Kitaba ne yazık ki pek ısınamadım. Kötü demiyorum, asla da demem böyle bir kitap için, ve bundan dolayı kibar bir tanımla, duygularım incindi diyelim. Feminizm özel olarak ilgi alanlarımdan birisidir ve burada yeterince iyi işlenememiş olduğu kanısındayım. Önsözü okurken daha farklı şeyler beklemiştim, içimde hafifçe bir hayal kırıklığı yaşanmadı değil.

  Örneğin Maria Antoniette Macciocchi, faşist ideolojideki kadın cinselliğiyle ilgili bir makalede, ataerkil düzenden bahsetmeksizin faşizmden bahsedilmeyeceğini iddia eder. (Önsözden, s.15)

  Kitapla ilgili ufacık eleştirilerim olacak. Feminist distopya, evet, erkeklerin egemen olduğu bir dünya, tamam, ama kadınların gözünden zerre bir şey aktarılmamış ki! Onların hisleri, duyguları küçümsenmiş gibi hissettim, kitapta yardımcı karakter olabilecekleri bir konum bile yok. Biliyorum, düşünme kabiliyetleri yok, perişanlar, robotlardan da bir farkları yok. Ama en azından kitabın başında geçen Marta karakterine biraz daha önem gösterilseydi, okuyucu bir şeyleri rahatlıkla kavrayabilecek durumda olurdu, hissedebilirdi. Kadınların çektiği ızdırap zaten ağlamalarından belli oluyor. Canları yanabiliyorsa ufacık da olsa bir şeylere kafa yormuşlardır. Bu açıdan biraz eksiklik hissettim kitapta.

  Ütopyalar, din karşıtı olmalı çünkü (bence) din insanları sınırlandırıyor. Din, insanları kısıtlıyor, onları hapsediyor, itaate zorluyor, sınırsız bir iradesizlik istiyor onlardan. Burada da Hıristiyanlığa aşırı bir övgü var, öyle sezdim biraz. Faşizm korkunç bir şey ama bu demek değil ki, din sizi kurtarsın. Yani kitap diyor ki aslında, Hıristiyanlık bozuldu, bozulmadan önce tüm insalığın kurtarıcısıydı ve şimdi insanları bu yeni modern dünya düzeninden kurtaracak şey de yine o. Kitabın sonunda sanki bir Hıristiyanlık propagandası verme havasına bürünülmüş gibi hissettim.

   Savaş ihtimalini ortadan kaldıracak şey dinin ortadan kalkmasıdır. (s.160)

  Kitap, 1937 yılında, daha 2. Dünya Savaşı olmadan ve Adolf Hitler bu kadar üstün bir konuma gelmeden önce yazılmış. Tamamen Yahudi Soykırımı’na hakim değilim ancak sanırım kitapta tahmin edinilen diğer bir unsur da bu holokostmuş. Ürkütüyor değil mi? Öylesine büyük bir ileri görüşlülük ki bu, alkışlar sana Katharine Burdekin.

  Türkiye’ye de ayrıca ne kadar da benziyor ama, değil mi? Milyonlarca insan, koyunlaşmışlar, aynı Hayvan Çiftliği kitabındaki gibi, tek tip insan modeli, köleleştirme amaçlı bir sistem ve faşizmin o iğrenç detayları. İnsanlara enjekte edilen ve beyinlerini yapışkan bir sıvıya döndüren o propagandalar. Tek kaynaktan okuma ve o kaynağa körü körüne bağlanma. Araştırma yok, sorgulama yok, o ne derse doğrudur.

Ve inanmayanların tümünü öldüremezsiniz; insanların üstünü ya da evini arayabilirsiniz belki ama zihinlerini arayamazsınız. (s.43)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder