Swastika Geceleri (Swastika
Night)
Katharine Burdekin
Sayfa Sayısı: 232
Çevirmen: Mehtap Gün Ayral
Encore Yayınları
5. Baskı, Ağustos, 2016
**
Yetiştirildiğin çizginin dışındaki her şey sana hayali gelir.
(s.125)
Geçenlerde test kitabı
almak için dışarıya çıkmıştım, kendimi kitapçılara girmekten alıkoyamadım bu
sırada. Normalde D&R tarzı mağazalardan kitap almayı pek sevmem, kapitalist
yaklaşım içine giriyor gibi hissediyorum çünkü. Neyse, sonunda kendimi
kaybettim ve Swastika Geceleri’ni
alıverdim. Uzun zamandır almak istediğim, merak ettiğim bir
kitap değildi. Sadece birkaç kez görmüştüm, o gün de içimden al, bunu almalısın tarzı bir güdü geçti
ve ben buna karşı koymadım, cennetime bir tohum daha ekmiş oldum. Pişman değilim.
Tehlike olmazsa cesur adamlar da olmaz. (s.69)
Efendimiz, düşünce
özgürlüğünün olmadığı yerde onur da yoktur. (s.67)
Kitapla ilgili olumlu ve olumsuz eleştirilerim olacak ama öncesinde konudan bahsedeyim. Kitap 1937
yılında yazılmış, o günden sonrasının 700 yıl ertesini hayal edelim. Adolf
Hitler, iktidarı ele geçirmiş, pek çok toprağı kutsal Alman milliyetçiliği
uğruna ülkesine katmış, öldükten sonra da insanlar tarafından Tanrı ilan
edilmiş. Putlaştırılmış. Dünya, ikiye bölünmüş, bir kısmı Japonların, diğer kısmı
ise Almanların. İnsanlar ise bu iki devlet arasında asimile oluvermiş
ve hiçliğe mahkum edilmiş.
Bunlara, kitaptaki Hitler
toplumunun iki temel kurumu karşılık gelir: Erkeğin tecavüz etme hakkı ve
Erkek-Çocuğun on sekiz aylıkken annesinden Alınması’nı, böylece erkekler
tarafından ve erkekler arasında büyütülebilmesini emreden kanun. (s.8, Önsözden)
Hitlerkent adı verilen bu devlette, Alman, Nazi bireyler onurlu,
diğer milletlerden üstün, herkesten ve her şeyden öteler, kutsallar. Kendi
içlerinde de sınıflara ayrılıyorlar ve en üstün tabi ki, Adolf. Tanrı.
Yaratıcı.
“Erkek olma şansları yok ki. Sistem yüzünden. Bana bak Hermann,
nedir erkek? Onur, cesaret, saldırganlık, barbarlık, acımasızlık mı diyeceksin?
Ama tüm bunlar kızgın bir erkek hayvanın özellikleridir. Bir erkekte bunlardan
daha fazlası olmalı, değil mi?” (s.45)
Bir de kadınlar var. Kadınlara
köle sıfatı bile yakıştırılamayacak, üzgünüm. O kadar beter bir haldeler ki,
insanlıktan uzaklaştırılarak hayvan seviyesinde görülüyorlar. Dövülüyorlar,
tecavüze uğruyorlar, aşağılanıyorlar ve tek görevleri çocuk doğurmak, erkek
olmasına özen gösterilerek. Damızlaştırılmışlar ve her şey cehennem onlar için.
Kafeslerde yaşıyorlar ve tamamen iradesizleşmişler. Var olmak veya yok olmak
gibi kavramlardan uzaklar, psikolojik baskı öyle bir boyutta ki bu nesillerce
aktarılarak artık genlere işlemiş. Korkuyor insan.
Çıplak bir kadındı yatan, genç
biri olması muhtemeldi ama yüzü paramparça edildiği için emin olamadı. Gözleri
oyulmuş, burun delikleri kesilmişti. Saçları yolunmuş, kan içindeki kafa
derisinden başka bir şey kalmamıştı. Çakıyla açılmış gibi görünen sayısız yarık
ve kesik vardı bedeninde. Göğüs uçları kesilmişti. (s.109)
Kadınlar daima erkeklerin
istedikleri gibi olacaklardı: iradesi olmayan, karakteri ve ruhu olmayan,
sadece yansıması olan canlılar. Bu yüzden, oldukları ya da olabilecekleri şey
onların suçlu ya da erdemi değildi. Erkekler onların güzel olmalarını
isterlerse güzel olacaklardı. Erkekler onların irade ve karakter sahibi gibi görünmelerini isterlerse,
böyle bir görünüm sergileyeceklerdi ama bu sadece rol icabı olacaktı. (s.93)
Konuya baktığımda
hayranlık uyandırıcı gelmişti, muhteşem bir ilahı kitap bir nevi. Feminist
distopya çünkü, adından bile cesaret almamak elde değildi. Zaten bu kitap da
dahil, feminist distopya denince aklıma 3 kitap geliyor. Biri bu haftasonu
bulabilmek için Kadıköy’ü talan edeceğim, Margaret
Atwood’dan Damızlık Kızın Öyküsü kitabı öteki de geçen yıllarda okumuş
olduğum, feminist-distopya olarak adlandırılıp adlandırılamayacağına dair emin
olamadığım Hillary Jordan’ın Uyandığında
kitabı.
“Kadın cinsi insan değil, indirgenmiş insandır.” (s.13)
Kitaba ne yazık ki pek ısınamadım. Kötü demiyorum, asla
da demem böyle bir kitap için, ve bundan dolayı kibar bir tanımla, duygularım incindi diyelim.
Feminizm özel olarak ilgi alanlarımdan birisidir ve burada yeterince iyi
işlenememiş olduğu kanısındayım. Önsözü okurken daha farklı şeyler beklemiştim,
içimde hafifçe bir hayal kırıklığı yaşanmadı değil.
Örneğin Maria Antoniette
Macciocchi, faşist ideolojideki kadın cinselliğiyle ilgili bir makalede,
ataerkil düzenden bahsetmeksizin faşizmden bahsedilmeyeceğini iddia eder.
(Önsözden, s.15)
Kitapla ilgili ufacık
eleştirilerim olacak. Feminist distopya, evet, erkeklerin egemen olduğu bir
dünya, tamam, ama kadınların gözünden zerre bir şey aktarılmamış ki! Onların
hisleri, duyguları küçümsenmiş gibi hissettim, kitapta yardımcı karakter
olabilecekleri bir konum bile yok. Biliyorum, düşünme kabiliyetleri yok,
perişanlar, robotlardan da bir farkları yok. Ama en azından kitabın başında
geçen Marta karakterine biraz daha önem gösterilseydi, okuyucu bir şeyleri rahatlıkla kavrayabilecek durumda olurdu, hissedebilirdi. Kadınların çektiği ızdırap zaten
ağlamalarından belli oluyor. Canları yanabiliyorsa ufacık da olsa bir şeylere kafa yormuşlardır. Bu açıdan biraz eksiklik hissettim kitapta.
Ütopyalar, din karşıtı
olmalı çünkü (bence) din insanları sınırlandırıyor. Din, insanları kısıtlıyor,
onları hapsediyor, itaate zorluyor, sınırsız bir iradesizlik istiyor onlardan.
Burada da Hıristiyanlığa aşırı bir övgü var, öyle sezdim biraz. Faşizm korkunç
bir şey ama bu demek değil ki, din sizi
kurtarsın. Yani kitap diyor ki aslında, Hıristiyanlık bozuldu, bozulmadan
önce tüm insalığın kurtarıcısıydı ve şimdi insanları bu yeni modern dünya
düzeninden kurtaracak şey de yine o. Kitabın sonunda sanki bir Hıristiyanlık
propagandası verme havasına bürünülmüş gibi hissettim.
Savaş ihtimalini ortadan kaldıracak şey
dinin ortadan kalkmasıdır. (s.160)
Kitap, 1937 yılında, daha
2. Dünya Savaşı olmadan ve Adolf Hitler bu kadar üstün bir konuma gelmeden önce
yazılmış. Tamamen Yahudi Soykırımı’na hakim değilim ancak sanırım kitapta
tahmin edinilen diğer bir unsur da bu holokostmuş. Ürkütüyor değil mi? Öylesine
büyük bir ileri görüşlülük ki bu, alkışlar sana Katharine Burdekin.
Türkiye’ye de ayrıca ne
kadar da benziyor ama, değil mi? Milyonlarca insan, koyunlaşmışlar, aynı Hayvan Çiftliği kitabındaki gibi, tek
tip insan modeli, köleleştirme amaçlı bir sistem ve faşizmin o iğrenç
detayları. İnsanlara enjekte edilen ve beyinlerini yapışkan bir sıvıya döndüren
o propagandalar. Tek kaynaktan okuma ve o kaynağa körü körüne bağlanma.
Araştırma yok, sorgulama yok, o ne derse doğrudur.
Ve inanmayanların tümünü öldüremezsiniz; insanların üstünü ya da
evini arayabilirsiniz belki ama zihinlerini arayamazsınız. (s.43)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder