8 Kasım 2016 Salı


Toplumun McDonaldlaştırılması (The McDonaldization of Society)
George Ritzer
Çeviren: Şen Süer Kaya
Sayfa Sayısı: 336
Ayrıntı Yayınları
3. Basım, 2014
**
  Bazı kitapların öyle adları vardır ki daha okumadan içeriğini ve sizi aydınlatma gücünü kavrayabilirsiniz. Kelimeler size milyonlarca çağrışım yapar ve hangi kapıyı açarsanız farkındalıklarla ve yepyeni bilgilerle dolup taşarsınız.

  İki üç sene oldu ismini duyalı, alalı da beş altı ay olsa gerek ancak okuma şerefine yeni erişebildim.  Daha önce neden okumadım diye azıcık hayıflandım ancak biliyorum ki, kavrama yetilerim ve algım şu an daha açık, daha rahat anlamlandırabiliyor ve kapabiliyorum bazı şeyleri.

  Kitap, bir inceleme ve sosyoloji alanında hazırlanmış. Sosyoloji, toplum bilim demek bulmacalarda çıktığı üzere, biraz daha açık olarak ise toplumu inceleyen bilim dalı manasına gelir. Aslına bakılırsa çok ilginç bir alan olduğunun kanısıydım, fakat ülkemizde pek değer görmüyor, değersizleştiriliyor, önem verilmiyor ve sanırsam iş olanakları da epey kısıtlı, sorgulamaktan neden uzak bir toplum olduğumuzun da cevabı.
 
  Yazar, McDonaldlaştırılmış bir toplumu gözlerimizin önüne seriyor. Bu toplum ne kurgu, ne de ütopik, bu biziz ve elde edilen sonuçlar maalesef hem çok üzücü, hem de korkutucu. McDonaldlaştırılmış toplum dört temel unsura dayandırılıyor: Verimlilik, hesaplanabilirlik, öngörülebilirlik ve denetim.

  Verimlilik: İhtiyaç duyulan, istenilen ürünleri daha az çabayla, daha çabuk elde edebilen tüketiciler için yapılan bir sistem, onlar için büyük bir avantaj. Aynı zamanda patronlar, yani iş verenler için de öyle ancak burada mağdur olan kesim işçiler, çünkü çalıştıkları ortam koşulları vs. insanlıktan çıkartacak derecede kötü.

  Bazı doktorların muayenehanelerinde hastalar artık kendi kendilerini tartmak ve ateşlerini ölçmek zorunda. Hükümetin nüfus memurunun soru sorması yerine  insanlar genellikle postadan bir anket formu alarak kendi başlarına dolduruyorlar.  Bugünlerde birçok işyerini ararken karşınıza insan çıkmıyor, istedikleri bağlanmadan önce kafa karıştırıcı derecede rakam ve koda basılmasını söyleyen bir bilgisayardan talimatlar alıyorsunuz. (s.93)

 Hesaplanabilirlik: Niceliğin, niteliğin yerini alması durumu. Örneğin hamburgerin kalitesinden daha çok sayısına (içindeki köfte miktarı vs.) önem verilmesi, veya eğitim-öğretime dökersek bunu:  

  Birçok ders standart sayıda hafta ya da her hafta belirli sayıda saat olarak verilir. Belirli bir dersin belirli bir hafta ya da saat sayısında en iyi öğretilip öğretilmeyeceğine pek dikkat edilmez. Bir öğrencinin belirli bir dersi ayrılan zaman içinde gerçekten öğrenip öğrenmeyeceğine daha az önem verilir. (s.116)

Öngörülebilirlik: Böyle bir toplumda insanlar sürprizlere katlanamazlar, uzaklaşmaya çalışırlar. Bir ortamda veya herhangi bir yerde neyle karşılaşacaklarını bilmeyi tercih ederler, çünkü zamanla evrimleri robotlaşmaya doğru gitmiştir. İnsanların yavaş yavaş ama sonunda bir darbe yapabilecek biçimde McDonadlaştırıldığının üçüncü boyutudur.

Denetim: İnsanın yerine insansız teknolojilerin, aletlerin geçmesi ve bunun sonucunda artan denetimsel etkenler. Zaten kitapta da denildiği gibi: “Bir kez insanlar makine gibi davranmaya başladılar mı, yerlerine robot gibi gerçek makineler koyulabilir.” İnsanların ibadetlerini gerçekleştirmek için bir vaizle sohbet etmesi değil de, televizyonlardan programları izlemesi, yüz yüze konuşmayı değil de bilgisayarlardan veya telefonlardan iletişim kurmayı tercih etmesi vs vs. Bu örnekler çoğaltılabilir.

  Bilmemiz gereken şu ki, yediğimiz onlarca yiyecekte alırken zannettiğimiz malzemeler yok, milyonlarca aşamalardan geçiriliyor ve içlerine katkı maddeleri ekleniyor. Ancak insanoğlu kandırılmaya, dolandırılmaya o kadar muhtaç ki apaçık şeyleri görmezden gelerek McDonaldlaştırılmaya katkı sağlıyor.

  Fast Food mekanları aynı zamanda çalışanlara insan dışı ortamlar sağlıyor, üzücü fakat gerçek. Hatta çeşitli markaların söylemleri de “bu işi bir geri zekalının bile yapabileceği,” fikrine dayalı, yetenek ve beceri kullanımı ise zaten yok. Burger King’in 17 no’lu kuralına göre devamlı ama devamlı gülümsemek zorundalar. Sadece işçiye karşı değil aynı zamanda müşteriye karşı da bir insanlıktan çıkarım söz konusu, slogan belli: Ye ve git. Döngüsel bir sömürü yani.

  Kitabın sonunda yazar bu sorgulamayan, pis ve McDonaldlaştırılmış toplumdan kurtulabilmek isteyen, sorgulayan, düşünebilen ve farkındalığı gelişmiş bireyler için bazı maddeler ekliyor. Yapay ürünleri tercih etmemek, kasadaki bireylerle iletişim kurmaya çalışmak (insan olduğumuzu fark etmemiz için), apartmanlarda veya sitelerde oturmaktan kaçınmak, Starbucks veya büyük mağaza zincirleri yerine bölgemizdeki küçük ama samimi bir yere gitmekten bahsediyor. Hak vermemek elde değil ve bir de, büyük kitapçılar gibi alanları tercih etmek, alış veriş merkezlerinde elektrikle dolmak yerine sahafları tercih etmenin daha makul olacağını unutmamalıyız.

  Çağımız ilerledikçe, insanlar yalnızlaşıyor, pesimist duygular ön plana çıkıyor. Nasıl ölmek istediğimiz sorulunca genelde sevdiklerimiz yanımızda ve elimizi tutarken, acısız bir ölüm gerçekleştirmek istediğimizi söyleriz fakat iş realiteye taşındığında, acı çekerken ve yalnız bir şekilde öldüğümüz canlanır kafamızda. Çünkü günümüzdeki modern dünya ve modern insan olmanın şartları bunları gerektiriyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder