9 Ocak 2017 Pazartesi

Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi? (Do Androids Dream of Electric Sheep?)
Philip K. Dick
Sayfa Sayısı: 290
Çevirmen: Mehmet Öztekin
Altıkırkbeş Yayın
--

  Kardan dolayı, malum, okullar tatil edildi ve bu da sınavlara çalışmak yerine kitap okumak anlamına geliyor benim için. Tüm nefretimi ve eğitimin iğrençliği hakkındaki düşüncelerimi daha sonra kusacağım buraya ama şu zamanda sadece carpe diem.

  Bir nükleer felaket olarak gerçekleşen 3. Dünya Savaşı sonrası insanların bir kısmı Mars’a göçmüş, hayvanların soyu tükenme raddesine gelmiş ve Android olarak adlandırılan bazı canlılar türemiş, türetilmiştir. Androidler, neredeyse insana benzerler fakat manevi yön ve empati yönünden yoksunlardır. Ana karakterimiz Rick Deckard da Androidleri emekli etmekle görevli olan bir kelle avcısıdır ve avlaması gereken 6 adet Android piyasada görülmektedir.

“Bir dergi’de tamamen çırılçıplak bir kızın renkli, tam sayfa resmini görüyorsun.”
  “Bu sorunun Android olduğumu mu yoksa lezbiyen olduğumu mu ölçmesi gerekiyor?” Göstergeler hiç oynamamıştı. (s.64)

  Konunun yaratıcılığı zaten baştan sizi içine çekiyor, büyüsüne kapılmadan edemiyorsunuz. Bir kurgu yaratmak başlı başına büyük bir şey fakat bunu işlemek de ayrı özellikler gerektiriyor. Her zerresine kadar yazarın bunu başarmış olduğunu düşünüyorum fakat diğer kitaplarını okumamama karşın Philip K. Dick’in en iyi kitabı olduğunu da pek sanmıyorum. Bittikten sonra tadı damağımda kaldı evet, yine de tam anlamıyla tatmin olamadım. İronik cümlelerle dolu bir paragraf oldu bu da.

  Neyse, kitapta insanlığa yönelik güçlü bir eleştiri de bulunuyor. Gelecek bir kere apaçık ortada, sokakta bir insanı çevirip sorsak dahi silahlarla değil, beyinle yapılacak bir savaş olacağını söyler. Nükleer felaket de bunu destekler nitelikte. O kadar kibirliyiz, o kadar açgözlü ve hırslıyız ki her şeyin, tüm evrenin ve içindekilerin, kendimize ait olduğunu iddia edebiliyoruz. Tüketim çılgınlığı içinde yaşıyoruz ve hiçbir şey umurumuzda bile değil.

  Philip Dick’in sanat konusunda zevkini de takdir etmek gerek. Sanırım Edvard Munch daha bu kadar popülerleşmeden onu kitabının içerisinde geçirmesi, Mozart’tan bahsetmesi ve bu insanların çalışmaları hakkında yorumların geçmesi kalbimi hafifçe tekletti. Özellikle Edvard Munch’un çığlık tablosu hakkında:

Resim, kafatası ters çevrilmiş bir armudu anımsatan, elleri dehşet duygusuyla kulaklarını kapamış, ağzı büyük ve sessiz bir çığlıkla açılmış, tüysüz, sıkıntılı bir yaratığı tasvir ediyordu. Hermafrodit yaratığın çektiği işkence, çığlığının yankısı etrafındaki havayı kaplamış, yaratık kendi haykırışlarının içinde hapsolmuştu. Kendi çığlığını duymamak için kulaklarını kapamıştı. Etrafta kendinden başka kimsenin olmadığı bir köprüde duruyor ve kendi çığlığının getirdiği yalnızlık içinde, ya da o yalnızlığa rağmen haykırıyordu. (s.158)

Mozart acaba geleceğinin olmadığının ve dünyadaki sayılı günlerini bitirdiğinin farkında mıydı? (s.122)

  Kitapta geçen sonuçlardan bir tanesi hayvanların neslinin tükenmesi. O kadar vahim bir durumdalar ki artık bir sineğe sahip olmak için bile paranın çoğunu yatırmalısın. Çünkü çok azlar, yoklar. Elektronik hayvanlar üretmişler fakat neredeyse somut dahi olmayan bir şeye karşı nasıl bir şeyler hissedebilirsin? Acı ama gerçek, hissedemezsin.

Rick, gerçek bir hayvana ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu düşündü. (s.57)

  İkinci sonuç ise kendi kendine üreyen Kipple’lar, diğer adıyla çöpler. Örneğin siz dairenizde bir gece çöp bırakıyorsunuz, sabah kalktığınızda evinizde iki katı bir çöple karşılaşıyorsunuz. Ve ilk Kipple yasasına göre Kipple, Kipple olmayan her şeyi yok eder.

“İnsana benzeyen bir robotun herhangi bir makineden farkı yoktur. İnsana yararlı da zararlı da olabilir. Yararlı olduğu durumlar bizi ilgilendirmiyor.” (s.54)

  Geleceği hayal ederken uçan arabalar, robotlar, insana itaat etmekle görevli canlılar düşlüyoruz. Bunları hayal ederken her şeyin bizim kontrolümüzde olmasını düşlediğimiz gerçeğinin korkunçluğu bir yana, aslında bunların realiteden uzak olduğunu da kavramamız gerekiyor. Çünkü büyük bir açlıkla her şeyi sömürürken en sonunda bizim payımıza acıdan başka bir şey düşmeyecek.

  Son olarak, kitap biraz gümbürtüye gitmiş çünkü imla kullanımı, bu kelimeyi kullanmak zorundayım, berbat. Kendi yazılarımda deli gibi önem veririm hata yapmamaya ama kitap okurken ufak yazımsal yanlışları ve noktalama hatalarını dert eden bir insan değilim. Aksilikler elbette olabilir ama bu kitap için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. İlk sayfalarda okumak ve kitabın içine girmek o kadar yorucu oldu ki, artık dahi anlamına gelen –de’yi bitişik gördüğüm anda ufak çaplı krizler geçirdim. Sancılı bir durumdu.
  

Boğucu, her yere nüfuz eden, hükmedici dünya sessizliğiyle baş başa kaldığında; ölümünü, beklenecek ilginç bir olay olarak yeniden düşledi. (s.30)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder