Androidler Elektrikli Koyun
Düşler mi? (Do Androids Dream of Electric Sheep?)
Philip K. Dick
Sayfa Sayısı: 290
Çevirmen: Mehmet Öztekin
Altıkırkbeş Yayın
--
Kardan dolayı, malum, okullar tatil edildi ve
bu da sınavlara çalışmak yerine kitap okumak anlamına geliyor benim için. Tüm nefretimi ve eğitimin iğrençliği hakkındaki düşüncelerimi daha sonra kusacağım buraya ama şu zamanda sadece carpe
diem.
Bir nükleer felaket olarak gerçekleşen 3.
Dünya Savaşı sonrası insanların bir kısmı Mars’a göçmüş, hayvanların soyu
tükenme raddesine gelmiş ve Android olarak adlandırılan bazı canlılar türemiş,
türetilmiştir. Androidler, neredeyse insana benzerler fakat manevi yön ve
empati yönünden yoksunlardır. Ana karakterimiz Rick Deckard da Androidleri
emekli etmekle görevli olan bir kelle avcısıdır ve avlaması gereken 6 adet
Android piyasada görülmektedir.
“Bir dergi’de tamamen çırılçıplak bir kızın renkli,
tam sayfa resmini görüyorsun.”
“Bu sorunun
Android olduğumu mu yoksa lezbiyen olduğumu mu ölçmesi gerekiyor?” Göstergeler
hiç oynamamıştı. (s.64)
Konunun yaratıcılığı zaten baştan sizi içine
çekiyor, büyüsüne kapılmadan edemiyorsunuz. Bir kurgu yaratmak başlı başına
büyük bir şey fakat bunu işlemek de ayrı özellikler gerektiriyor. Her zerresine
kadar yazarın bunu başarmış olduğunu düşünüyorum fakat diğer kitaplarını
okumamama karşın Philip K. Dick’in en iyi kitabı olduğunu da pek sanmıyorum.
Bittikten sonra tadı damağımda kaldı evet, yine de tam anlamıyla tatmin olamadım.
İronik cümlelerle dolu bir paragraf oldu bu da.
Neyse, kitapta insanlığa yönelik güçlü bir
eleştiri de bulunuyor. Gelecek bir kere apaçık ortada, sokakta bir insanı
çevirip sorsak dahi silahlarla değil, beyinle yapılacak bir savaş olacağını
söyler. Nükleer felaket de bunu destekler nitelikte. O kadar kibirliyiz, o
kadar açgözlü ve hırslıyız ki her şeyin, tüm evrenin ve içindekilerin,
kendimize ait olduğunu iddia edebiliyoruz. Tüketim çılgınlığı içinde yaşıyoruz
ve hiçbir şey umurumuzda bile değil.
Philip Dick’in sanat konusunda zevkini de
takdir etmek gerek. Sanırım Edvard Munch daha bu kadar popülerleşmeden onu
kitabının içerisinde geçirmesi, Mozart’tan bahsetmesi ve bu insanların
çalışmaları hakkında yorumların geçmesi kalbimi hafifçe tekletti. Özellikle
Edvard Munch’un çığlık tablosu hakkında:
Resim, kafatası ters çevrilmiş bir armudu anımsatan,
elleri dehşet duygusuyla kulaklarını kapamış, ağzı büyük ve sessiz bir çığlıkla
açılmış, tüysüz, sıkıntılı bir yaratığı tasvir ediyordu. Hermafrodit yaratığın
çektiği işkence, çığlığının yankısı etrafındaki havayı kaplamış, yaratık kendi
haykırışlarının içinde hapsolmuştu. Kendi çığlığını duymamak için kulaklarını
kapamıştı. Etrafta kendinden başka kimsenin olmadığı bir köprüde duruyor ve
kendi çığlığının getirdiği yalnızlık içinde, ya da o yalnızlığa rağmen
haykırıyordu. (s.158)
Mozart acaba geleceğinin olmadığının ve dünyadaki
sayılı günlerini bitirdiğinin farkında mıydı? (s.122)
Kitapta geçen sonuçlardan bir tanesi
hayvanların neslinin tükenmesi. O kadar vahim bir durumdalar ki artık bir
sineğe sahip olmak için bile paranın çoğunu yatırmalısın. Çünkü çok azlar,
yoklar. Elektronik hayvanlar üretmişler fakat neredeyse somut dahi olmayan bir
şeye karşı nasıl bir şeyler hissedebilirsin? Acı ama gerçek, hissedemezsin.
Rick, gerçek bir hayvana ne kadar çok ihtiyaç
duyduğunu düşündü. (s.57)
İkinci sonuç ise kendi kendine üreyen
Kipple’lar, diğer adıyla çöpler. Örneğin siz dairenizde bir gece çöp
bırakıyorsunuz, sabah kalktığınızda evinizde iki katı bir çöple
karşılaşıyorsunuz. Ve ilk Kipple yasasına göre Kipple, Kipple olmayan her şeyi
yok eder.
“İnsana benzeyen bir robotun herhangi bir makineden
farkı yoktur. İnsana yararlı da zararlı da olabilir. Yararlı olduğu durumlar
bizi ilgilendirmiyor.” (s.54)
Geleceği hayal ederken uçan arabalar,
robotlar, insana itaat etmekle görevli canlılar düşlüyoruz. Bunları hayal
ederken her şeyin bizim kontrolümüzde olmasını düşlediğimiz gerçeğinin
korkunçluğu bir yana, aslında bunların realiteden uzak olduğunu da kavramamız
gerekiyor. Çünkü büyük bir açlıkla her şeyi sömürürken en sonunda bizim
payımıza acıdan başka bir şey düşmeyecek.
Son olarak, kitap biraz gümbürtüye gitmiş çünkü
imla kullanımı, bu kelimeyi kullanmak zorundayım, berbat. Kendi yazılarımda deli gibi önem veririm hata yapmamaya ama
kitap okurken ufak yazımsal yanlışları ve noktalama hatalarını dert eden bir
insan değilim. Aksilikler elbette olabilir ama bu kitap için aynı şeyi
söyleyemeyeceğim. İlk sayfalarda okumak ve kitabın içine girmek o kadar yorucu
oldu ki, artık dahi anlamına gelen –de’yi bitişik gördüğüm anda ufak çaplı
krizler geçirdim. Sancılı bir durumdu.
Boğucu, her yere nüfuz eden, hükmedici dünya
sessizliğiyle baş başa kaldığında; ölümünü, beklenecek ilginç bir olay olarak
yeniden düşledi. (s.30)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder