Bulantı (La Nausee)
Jean-Paul Sartre
Sayfa Sayısı: 260
Çevirmen: Selahattin Hilav
Can Yayınları
31.Baskı, Ekim 2016, İstanbul
--
Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç
ya çok erkendir. (s.32)
Son bir haftadır sınav stresiyle boğuştuğum
için malum, ancak bugün bitirebildim kitabı. Düzenli takipçilerim
olmasını bırakayım, bir takipçim bile yok ama buraya karşı özel bir sorumluluk
duygusuyla yanıp tutuşuyorum. Uzun bir süre yazı girmediğim zaman içim bir
sıkıntıyla dolup taşıyor ve böylelikle hareketlerimde anormallikler görülüyor.
Kitap muhteşemdi. Kelimelerin birbirleriyle
uyumu ve dansı beni büyük bir kaosun içerisine sürüklerken varoluş felsefesiyle
ilgili de birtakım fikirlere sahip oldum ve düşüncelerim tekrardan bir takla
atarak yeni ufuklara yelken açtı.
Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi
cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir eviniz olmalı. Gövdemden başka şeyim
yok benim. (s.103)
Kitap, günlük biçiminde yazılmış ve romanın
ana karakteri Antoine Roquentin’in dünyaya karşı hissettiği tiksinti
anlatılmakta. Yalnız bu tiksinti sadece dış dünyaya yönelik değil, kendi
bedenine karşı da etkiyen bir şey. Yapayalnız, kalabalıktan iğrenen, çoğu
zaman kendine de tahammül edemeyen, ayrıca gittiği yerdeki her türlü şeyi
delicesine bir şekilde gözlemleme saplantısı olan bir karakter ve Some of These
Days şarkısını da ayrıca sıklıkla dinler.
Günce tutmanın tehlikeli yanı budur sanırım. İnsan
her şeyi büyütmeye, tetikte durmaya, doğruları durmadan zorlamaya kalkar.
(s.15)
Felsefenin ne olduğunu okudukça daha iyi
anlayabiliyorsunuz. Sorgulamalarınız ve farkındalık eşiğiniz artıyor, bir
cümleyi sadece bir kere değil, on kere okuyarak iyice sindirmek istiyorsunuz. Öyle bir şekilde yazmış ki Sartre, kendimizden
bir parça bulamamak gibi bir yüzde çok az.
“Yalnızdım, ama bir kente yürüyen ordu gibiydim.”
(s.91)
Karakterimiz bir yazar. Kitap günlük şeklinde
anlatılıyor fakat o aynı zamanda bir kitap da yazıyor. Yazdığı karaktere kendi
içinde birikmiş manevi kirleri ekleyerek bir yandan kurtulmak, kendi
benliğinden de kaçmak istiyor. En tuhaf bulduğum şeylerden bir tanesi klasik
Rus ve Alman edebiyatından karakterlerini de yazması ve onlardan bahsetmesidir.
Gerçekçiliğin sınırını arttırıyor bu.
Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek. (s.67)
Uzun betimlemeler, ağır cümleler beni ufacık
dahi sıkmadı, aksine bunları okumak için yanıp tutuştum. Ağır paragrafların
altında bir nebze olsun ezilmedim çünkü onların altında kendimle yüzleştiğimi
hissedebiliyorum. Okuduğum ve sindirdiğim kısımları ise tekrar tekrar okudum ve
kelimelerin beni silkmesine izin verdim. Fevkaladenin fevkinin de fevkindeydi.
Karabasanlarda
olduğu gibi ta burnumun dibinde. Yutmaya kara vermediğim bir lokmayı güçlükle
çiğneyip duruyorum. İnsanlar. İnsanları sevmek gerek. İnsanlar hayranlık duyulacak
yaratıklardır. Kusmak istiyorum... ve birden tamam işte. Bulantı. (s.182)
Yorumları okurken kitabın başlı başına bir
bulantı getirdiğini ve sıkıntı verdiğini söyleyen yorumları çok gördüm.
Bitirebilenlere yönelik tebrikler yapılmış ve kitabın kendini tekrarlamasına
yönelik olumsuz eleştiriler yazılmış. Günce tuttuğum zamanlarda, aynı şey bende
de geçerliydi, en ufak şeyleri, en saçma şeyleri yazar, onları büyütürdüm.
Yazmak, sorunlarımı hafifletmezdi, üzerinde daha fazla düşünme fırsatı bulduğum
için onları katlatırdı.
Farkına varmıştım zaten benim var olmaya hakkım yoktu.
Rasgele ortaya çıkmıştım; bir taş, bir bitki, bir mikrop gibi var olup
gidiyordum. (s.130)
Bu kitapta da öyle. Var olan her şeyden
tiksinen ve onlardan dolayı bulantı hisseden bir insanın güllük gülistanlık
şeyler yazmasını beklemek doğru olmaz. Kendini defalarca kez tekrar edecek,
defalarca kez bir dışavurum gerçekleştirecek ki bu tümörden kurtulabilsin. Damarlarının
içine işlemiş bu şeyi söküp atamazken onunla savaşması gerekiyor.
Çevirmen, Selahattin Hilav, huzur içinde uyusun. Kitabın son sayfasını bitirdiğim an, kendimin de bittiğini anladım.
Çevirmen, Selahattin Hilav, huzur içinde uyusun. Kitabın son sayfasını bitirdiğim an, kendimin de bittiğini anladım.
Benim, varım, düşünüyorum öyleyse varım, varım çünkü
düşünüyorum, peki niçin düşünüyorum? Düşünmek istemiyorum artık; var olmak istemediğimi
düşündüğüm için varım, düşünüyorum... (s.153)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder