7 Ocak 2017 Cumartesi

Bulantı (La Nausee) 
Jean-Paul Sartre
Sayfa Sayısı: 260
Çevirmen: Selahattin Hilav
Can Yayınları
31.Baskı, Ekim 2016, İstanbul

--

Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç ya çok erkendir. (s.32)

  Son bir haftadır sınav stresiyle boğuştuğum için malum, ancak bugün bitirebildim kitabı. Düzenli takipçilerim olmasını bırakayım, bir takipçim bile yok ama buraya karşı özel bir sorumluluk duygusuyla yanıp tutuşuyorum. Uzun bir süre yazı girmediğim zaman içim bir sıkıntıyla dolup taşıyor ve böylelikle hareketlerimde anormallikler görülüyor.

  Kitap muhteşemdi. Kelimelerin birbirleriyle uyumu ve dansı beni büyük bir kaosun içerisine sürüklerken varoluş felsefesiyle ilgili de birtakım fikirlere sahip oldum ve düşüncelerim tekrardan bir takla atarak yeni ufuklara yelken açtı.

Ben geçmişimi nerede saklayacağım? Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir eviniz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok benim. (s.103)

  Kitap, günlük biçiminde yazılmış ve romanın ana karakteri Antoine Roquentin’in dünyaya karşı hissettiği tiksinti anlatılmakta. Yalnız bu tiksinti sadece dış dünyaya yönelik değil, kendi bedenine karşı da etkiyen bir şey. Yapayalnız, kalabalıktan iğrenen, çoğu zaman kendine de tahammül edemeyen, ayrıca gittiği yerdeki her türlü şeyi delicesine bir şekilde gözlemleme saplantısı olan bir karakter ve  Some of These Days şarkısını da ayrıca sıklıkla dinler.

Günce tutmanın tehlikeli yanı budur sanırım. İnsan her şeyi büyütmeye, tetikte durmaya, doğruları durmadan zorlamaya kalkar. (s.15)

  Felsefenin ne olduğunu okudukça daha iyi anlayabiliyorsunuz. Sorgulamalarınız ve farkındalık eşiğiniz artıyor, bir cümleyi sadece bir kere değil, on kere okuyarak iyice sindirmek istiyorsunuz. Öyle bir şekilde yazmış ki Sartre, kendimizden bir parça bulamamak gibi bir yüzde çok az.

“Yalnızdım, ama bir kente yürüyen ordu gibiydim.” (s.91)

  Karakterimiz bir yazar. Kitap günlük şeklinde anlatılıyor fakat o aynı zamanda bir kitap da yazıyor. Yazdığı karaktere kendi içinde birikmiş manevi kirleri ekleyerek bir yandan kurtulmak, kendi benliğinden de kaçmak istiyor. En tuhaf bulduğum şeylerden bir tanesi klasik Rus ve Alman edebiyatından karakterlerini de yazması ve onlardan bahsetmesidir. Gerçekçiliğin sınırını arttırıyor bu.

Ama ya yaşamayı ya da anlatmayı seçmek gerek. (s.67)

  Uzun betimlemeler, ağır cümleler beni ufacık dahi sıkmadı, aksine bunları okumak için yanıp tutuştum. Ağır paragrafların altında bir nebze olsun ezilmedim çünkü onların altında kendimle yüzleştiğimi hissedebiliyorum. Okuduğum ve sindirdiğim kısımları ise tekrar tekrar okudum ve kelimelerin beni silkmesine izin verdim. Fevkaladenin fevkinin de fevkindeydi.

  Karabasanlarda olduğu gibi ta burnumun dibinde. Yutmaya kara vermediğim bir lokmayı güçlükle çiğneyip duruyorum. İnsanlar. İnsanları sevmek gerek. İnsanlar hayranlık duyulacak yaratıklardır. Kusmak istiyorum... ve birden tamam işte. Bulantı. (s.182)

   Yorumları okurken kitabın başlı başına bir bulantı getirdiğini ve sıkıntı verdiğini söyleyen yorumları çok gördüm. Bitirebilenlere yönelik tebrikler yapılmış ve kitabın kendini tekrarlamasına yönelik olumsuz eleştiriler yazılmış. Günce tuttuğum zamanlarda, aynı şey bende de geçerliydi, en ufak şeyleri, en saçma şeyleri yazar, onları büyütürdüm. Yazmak, sorunlarımı hafifletmezdi, üzerinde daha fazla düşünme fırsatı bulduğum için onları katlatırdı.

Farkına varmıştım zaten benim var olmaya hakkım yoktu. Rasgele ortaya çıkmıştım; bir taş, bir bitki, bir mikrop gibi var olup gidiyordum. (s.130)

  Bu kitapta da öyle. Var olan her şeyden tiksinen ve onlardan dolayı bulantı hisseden bir insanın güllük gülistanlık şeyler yazmasını beklemek doğru olmaz. Kendini defalarca kez tekrar edecek, defalarca kez bir dışavurum gerçekleştirecek ki bu tümörden kurtulabilsin. Damarlarının içine işlemiş bu şeyi söküp atamazken onunla savaşması gerekiyor.

Çevirmen, Selahattin Hilav, huzur içinde uyusun. Kitabın son sayfasını bitirdiğim an, kendimin de bittiğini anladım.

Benim, varım, düşünüyorum öyleyse varım, varım çünkü düşünüyorum, peki niçin düşünüyorum? Düşünmek istemiyorum artık; var olmak istemediğimi düşündüğüm için varım, düşünüyorum... (s.153)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder