Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir
Sezgin Kaymaz
Sayfa Sayısı: 274
İletişim Yayınları
11. Baskı, İstanbul, 2016
--
Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biridir
Uzunharmanlar’da Davetsiz Bir Misafir. Sezgin Kaymaz’ın felsefik ve bol bol
mizah içeren bu su gibi akıp giden diline de hasta olduğumu belirtmem
gerekiyor. Okurken aldığım hazzı hiçbir şeye değişemem.
Musa, eczacılık
fakültesinden yeni mezun bir gençtir. Ailesiyle yaşadığı problemlerden ötürü
Uzunharmanlar’a yerleşerek kafasını belli bir süreliğine de olsa toparlamak
ister. Fakat zaman ilerledikçe evde yaşayanın tek kendisi olmadığını
anlayacaktır. Şu üç cümle okunduğunda konusundan buram buram klişelik aktığı
gibi doğru olmayan bir ön yargıya varılabilir ancak kitap ilerledikçe hiç de
alakası olmadığını görebileceksiniz.
Musa karakerine
yönelik sevmek ve nefret etmek denklemi içerisindeyim, kitapta geçen durum gibi
aynı. İki bine yakın kitabı olması ve birçoğunu okuması ona karşı bir sempati
duymamı sağlasa da, boş beleşliği yüzünden sinir olduğum da doğrudur. Saplantılı
kitap karakterlerine yönelik özel duygular beslediğimi ititraf etmem gerek ve
Musa da bu konumda benim için. Her ne kadar çaydan hoşlanmasam da, günde en
aşağı yüz bardak çay içmesi ona yönelik sevgimi kabartmıştır.
“Evet. Günlük çay
tüketimim yüz bardağa yakındır. O da, doyduğum için değil. Günün saatleri o
kadarına ancak yettiği için... (s.51)
“Musa Abi, ne vardı
bu kutuların içinde allasen?” dedi, fosurdayarak. “Adam ölüsü gibi... İmanım
gevredi valla.”
“Kitap,” dedi Musa. “Sadece kitap. Seni de
yordum ama...” (s.7)
“Benim söylediğim
kıraathane, öyle kağıt, okey oynanan kıraathanelerden değil Mustafa Usta,”
dedi. “...hakiki kıraathane... yani, insanlar gelip kitap okuyacaklar... kıraat
etmekten kıraathane... Gazete okuyacaklar, dergi okuyacaklar, demli çaylar içip
sohbet demliyecekler...” (s.34)
Musa’ya kızdığım bir
diğer konu değişken fikirleri oldu kitap süresince, ancak daha sonra adamakıllı
düşündüğümde aynı durumun çevremdeki birçok insanda görülebildiğini de anladım.
Karşındaki kişinin ikna kabileyeti ne kadar yüksekse ve sen de ne kadar ılımlıysan
kendi fikirlerine sahip çıkma şansın yerlerde sürünebiliyor.
Leyla karakterine
ise ayrı bir hayranlık duyduğumu belirtmeden geçemem. Sözünü sakınmayan, güçlü
ama aynı derecede hassas, çirkefleştiği zamanlarda bile sempatikliği görmezden
gelinemeyen, ağzının bozuk olmasının tarif edilemez derecede yakıştığı bir
karakter, okumaya doyamadım diyebilirim. Ona karşı yapılan haksızlık da zaman
zaman üzmüştür beni.
‘Yok’un tanımı
‘Yok’tur. Bir şey ‘yok’sa, ona ne var demek mümkündür, ne de yok demek...
(s.122)
Son kısımları ise benim için gerçekten sarsıcıydı.
Beklemediğim anda kafamda Wristcutters: A
Love Story canlandı ama bunların kıyaslamasını bile yapmayacağım çünkü
Sezgin Kaymaz gerçekten harikulade bir yazar. Yatmadan önce “elli sayfa okuyup
bırakırım” nidasıyla harekete geçerek
yarısından fazlasını silip süpürmüşümdür. Okunmasını gerçekten çok ama
çok tavsiye ediyorum.
“Evet... en ufak bir
gecikme veya atik davranmayla hayattaki her şeyin yeri değişir... her kararla
veya her tereddütle değiştiği gibi... tesadüfler, başka tesadüfleri
doğuruyor... ve günün birinde, kendince geçerli sebeplerle yanlış yola düşen
genç bir kadın, sonradan, başka geçerli sebeplerle hayalet oluyor ve kendi
sebepleri yüzünden buraya taşınan Musa’yla tanışıyor...” (s.197)
“Kırlara, ormanlara
gitmek istiyorsan, kırlara, ormanlara gitmek istediğin için git... şehrin
gürültüsünden kaçmak için gitme... çünkü gürültüden kurtulduğunu düşündüğün her
an, gürültüyü beyninin içinde bulduğun an olur...” (s.225)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder