18 Şubat 2017 Cumartesi

Uzunharmanlar’da Bir Davetsiz Misafir
Sezgin Kaymaz
Sayfa Sayısı: 274
İletişim Yayınları
11. Baskı, İstanbul, 2016
--

Son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biridir Uzunharmanlar’da Davetsiz Bir Misafir. Sezgin Kaymaz’ın felsefik ve bol bol mizah içeren bu su gibi akıp giden diline de hasta olduğumu belirtmem gerekiyor. Okurken aldığım hazzı hiçbir şeye değişemem.

  Musa, eczacılık fakültesinden yeni mezun bir gençtir. Ailesiyle yaşadığı problemlerden ötürü Uzunharmanlar’a yerleşerek kafasını belli bir süreliğine de olsa toparlamak ister. Fakat zaman ilerledikçe evde yaşayanın tek kendisi olmadığını anlayacaktır. Şu üç cümle okunduğunda konusundan buram buram klişelik aktığı gibi doğru olmayan bir ön yargıya varılabilir ancak kitap ilerledikçe hiç de alakası olmadığını görebileceksiniz.

  Musa karakerine yönelik sevmek ve nefret etmek denklemi içerisindeyim, kitapta geçen durum gibi aynı. İki bine yakın kitabı olması ve birçoğunu okuması ona karşı bir sempati duymamı sağlasa da, boş beleşliği yüzünden sinir olduğum da doğrudur. Saplantılı kitap karakterlerine yönelik özel duygular beslediğimi ititraf etmem gerek ve Musa da bu konumda benim için. Her ne kadar çaydan hoşlanmasam da, günde en aşağı yüz bardak çay içmesi ona yönelik sevgimi kabartmıştır.

“Evet. Günlük çay tüketimim yüz bardağa yakındır. O da, doyduğum için değil. Günün saatleri o kadarına ancak yettiği için... (s.51)

“Musa Abi, ne vardı bu kutuların içinde allasen?” dedi, fosurdayarak. “Adam ölüsü gibi... İmanım gevredi valla.”
    “Kitap,” dedi Musa. “Sadece kitap. Seni de yordum ama...” (s.7)

“Benim söylediğim kıraathane, öyle kağıt, okey oynanan kıraathanelerden değil Mustafa Usta,” dedi. “...hakiki kıraathane... yani, insanlar gelip kitap okuyacaklar... kıraat etmekten kıraathane... Gazete okuyacaklar, dergi okuyacaklar, demli çaylar içip sohbet demliyecekler...” (s.34)

  Musa’ya kızdığım bir diğer konu değişken fikirleri oldu kitap süresince, ancak daha sonra adamakıllı düşündüğümde aynı durumun çevremdeki birçok insanda görülebildiğini de anladım. Karşındaki kişinin ikna kabileyeti ne kadar yüksekse ve sen de ne kadar ılımlıysan kendi fikirlerine sahip çıkma şansın yerlerde sürünebiliyor.

  Leyla karakterine ise ayrı bir hayranlık duyduğumu belirtmeden geçemem. Sözünü sakınmayan, güçlü ama aynı derecede hassas, çirkefleştiği zamanlarda bile sempatikliği görmezden gelinemeyen, ağzının bozuk olmasının tarif edilemez derecede yakıştığı bir karakter, okumaya doyamadım diyebilirim. Ona karşı yapılan haksızlık da zaman zaman üzmüştür beni.

‘Yok’un tanımı ‘Yok’tur. Bir şey ‘yok’sa, ona ne var demek mümkündür, ne de yok demek... (s.122)

    Son kısımları ise benim için gerçekten sarsıcıydı. Beklemediğim anda kafamda Wristcutters: A Love Story canlandı ama bunların kıyaslamasını bile yapmayacağım çünkü Sezgin Kaymaz gerçekten harikulade bir yazar. Yatmadan önce “elli sayfa okuyup bırakırım” nidasıyla harekete geçerek  yarısından fazlasını silip süpürmüşümdür. Okunmasını gerçekten çok ama çok tavsiye ediyorum.
  
“Evet... en ufak bir gecikme veya atik davranmayla hayattaki her şeyin yeri değişir... her kararla veya her tereddütle değiştiği gibi... tesadüfler, başka tesadüfleri doğuruyor... ve günün birinde, kendince geçerli sebeplerle yanlış yola düşen genç bir kadın, sonradan, başka geçerli sebeplerle hayalet oluyor ve kendi sebepleri yüzünden buraya taşınan Musa’yla tanışıyor...” (s.197)


“Kırlara, ormanlara gitmek istiyorsan, kırlara, ormanlara gitmek istediğin için git... şehrin gürültüsünden kaçmak için gitme... çünkü gürültüden kurtulduğunu düşündüğün her an, gürültüyü beyninin içinde bulduğun an olur...” (s.225)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder