18 Ekim 2016 Salı


Otostopçunun Galaksi Rehberi (#1) (The Hitchhiker's Guide to the Galaxy)
Douglas Adams
Kabalcı Yayıncılık
Sayfa Sayısı: 246
Çeviren: Nil Alt
Birinci Baskı, Şubat 2015, İstanbul

**
Uyarı: Bu yorum, kitap hakkında ayrıntılı bilgi içerebilir!

Kuşkusuz, Douglas Adams gelmiş geçmiş en büyük bilim kurgu yazarlarından birisi. Bilim kurgunun harika felsefik sorularla harmanlandığı ve bazı kısımlarda attığım kahkahalar ve kıkırdamalar yüzünden kendimi engelleyemememin nedeni bu yüce kitaptır işte, saygıyla önünde eğiliyor ve şapkamı çıkarıyorum.

  Arthur Dent bir sabah uyandığında, kestirme yol yapmak isteyen ve bundan dolayı da onun yaşadığı evin kaldırılması ve yıkımını yapacak olan belediye görevlileriyle karşılaşıyor, bu sinirlendiriyor onu epey ve buldozerlerin önüne yatarak bunu engellemek için kendince bir protesto yapıyor. Bu kısım –ah bu kısım- başlı başına bir komedi zaten.

  Her şeyden önce, ağaçlardan inmekle büyük bir hata ettiklerini düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyordu. Bazıları ağaçlara çıkmanın bile yanlış bir hamle olduğunu ve hiç kimsenin okyanuslardan asla ayrılmamış olması gerektiğini söylüyordu. (s.7)

   Ve o sırada arkadaşı Ford Prefect’i görüyor tepesinde. Kendisi maymun soyundan gelmeyen ve Çoğunlukla Zararsızdan olmayan [Çoğunlukla Zararsız: Dünya (yemin ederim, Dünya hakkında yapılan en güzel tanım olabilir bu.)] bir canlıdır ancak 15 yıldır burada bir hapis hayatı sürmektedir. Arthur Dent’e kendisiyle çok önemli bir şey konuşması gerektiğini ve şuracıktaki bara kadar gelmesini ister ama elbette bir sorun vardır, eğer yattığı çamurdan kalkacak olursa evi yıkılacaktır. Ve evini yıkmak isteyen görevlilerden Bay Prosser (kendisi Cengiz Han’ın soyundan gelmektedir ama bundan haberi yoktur.) ikna edilerek, Arthur Dent yerine yatırılır.

   Prosser bütün hayatının bir tür rüya olduğunu hisseder, bazen de bunun kimin rüyası olduğunu ve rüyayı görenin gördüklerinden hoşlanıp hoşlanmadığını merak ederdi. (s.27)

   Sonrasında barda içkilerini içerken dostu Ford Prefect ona dünyanın sonunun geldiğini ve birkaç dakika sonra yok olacağını söyler. Bunun nedeni ise uzaya bir yol inşa edilecektir, ancak Dünya bunu engelliyordur, yolu tıkıyordur ve acilen ortadan kaldırılması lazımdır.

  “Bugün yanlış bir şey mi yaptım,” dedi, “yoksa dünya hep böyleydi de ben mi bunu fark edemeyecek kadar içime kapanmıştım?” (s.32)

  Sonrasında Arthur Dent ve Ford Prefect, Ford Prefect sayesinde kurtulur ve dünya sonsuza dek yok olurken onlar da hayatta kalmanın yollarını aramaya başlarlar. Ve tesadüfen uzayda çektikleri bir otostop sırasında bir Vogon gemisine gizli olarak gemideki aşçılar -yani Dentrassiler- tarafından alınırlar.

Ford Prefect’in insanlar hakkında anlamakta en çok zorlandığı şeylerden biri zel bir gün, Boyun ne kadar da uzun ya da Ah canım, on metrelik bir kuyuya düşmüş gibi görünüyorsun, iyi misin? gibi apaçık ortada olan şeyleri belirtip tekrarlama huylarıydı. (s.61)

  Olaylar, olaylar ve olaylar. Bir sürü şey oluyor, oradan oraya yuvarlanıyorlar ve ihtimali o kadar çokçokçok az durumlardan kurtuluyorlar ki, ama yani o icat tabi ki o güzel icat, o güzel gemi, ihtimalin çokçokçok az veya çokçokçok fazla olması problem değil, çünkü ihtimaller her zaman vardır, önemli olan da budur sanırsam.

  “İhtimalsizlik motorunu çalıştırdığımız sırada.”
  “Ama bu inanılmaz.”
  “Hayır, Zaphod. Yalnızca ihtimali çok çok düşük.” (s.107)

  Kitaptaki en çok sevdiğim şeylerden birisi, gayet basit bir şekilde, tüm doğallıyla yazılan ama insanı dumura uğratan cümleler. Çünkü o kadar çok alışmışız ki karman çormanlığa, hep yüksek boyuttaki düşüncelere, bizi asıl şok edenin, keyif ve haz verenin bunlar olduğunun farkında değiliz.

“Biliyor musun?” dedi Arthur, “böyle zamanlarda, yani Betelgeuselü bir adamla bir Vogon hava-kilidine tıkılıp kaldığım ve uzayın derinliklerinde havasızlıktan ölmeme azıcık bir zaman kaldığında, keşke gençken annemi dinleseydim diyorum.”

  “Neden, ne derdi sana?”

  “Bilmem, hiç dinlemedim ki.”

    “Ha.” (s.90)

veya,

“Hey, bu tuhaf simgelerin ne anlama geldiğine dair bir fikrin var mı?”

  “Sanırım bunlar yalnızca tuhaf simgeler” dedi Zaphod (s.166)

veya,

“Kimse Hayır gidemezsin, bırak yerine ben gideyim, demeyecek mi?”
  Hepsi hayır anlamında kafa salladı.
  “Pekala,” dedi ve ayağa kalktı.
  Bir an hiçbir şey olmadı .
  Sonra bir iki saniye daha hiçbir şey olmamaya devam etti. (s.239)
  
  Bir de nihai sorumuz var ve bu çok özel bir soru. 7,5 milyar yıl boyunca bir bilgisayar –ki bu sıradan bir bilgisayar değildir- bunun cevabını düşünüyor ve bulduğu cevap da efsanevi doruklarda bir şey: 42. Kitaptaki karakterler de en az bizim kadar şok geçiriyor ve fark ediyoruz ki aslında ortada tam anlamıyla bir soru yok, bir soru var evet: Evrenin, hayatın ve her şeyin cevabı nedir? Ama tam olarak soru değil, hatta bu soruyu internette aratırsanız gerçekten 42 cevabını göreceksinizdir. Öyle tuhaf bir şey, tuhaflıklara bayılırım.

“Kırk iki” dedi Derin Düşünce, sonsuz bir ihtişam ve sakinlikle. (s.207)
    
  Öyle mükemmel bir üslubu var ki kitabın, yazar öyle enjekte ediyor ki cümleleri okuyucuya kitap bitince o lezzetli tat damağıma yapışıp kaldı, kurtulamadım. Hele bir de Marvin diye depresif, aşırı mutsuz, bezdirici ve baygın robotumuz var ki, ben böyle bir karakter görmedim şimdiye kadar. Büyüleyici ve hayran olunası bir karakter, gerçekten. Neşeli kapılarımız da var bir de, varoluşçu asansörler ve bunlar Marvin’in sinire aşırı dokunuyor, yerim onu ben.

  Douglas Adams’ın yazdığı bu seri; Wikipedia, Ekşi Sözlük ve birçok siteye, aynı zamanda müziklere, dizilere ve filmlere ilham kaynağı olmuş, bir kitabın sadece bir kitap olarak değil, daha yüce bir şey olarak görülmesini iyice insanlara kabullendirmiştir.


  Bir gün sevgili dostlarımla “Pan Galaktik Gargara Bombası” içerken “Evrenin, hayatın ve her şeyin” anlamını düşünmeyi arzulamaktayım, ve elbette bir Vogonla karşılaşırsam eğer Otostopçu’nun Galaksi Rehberi’nin kapağında yazdığı gibi, yapmam gereken tek şey: Paniğe Kapılma.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder