Kıyamete Bir Milyar Yıl (Rusça: За миллиард лет до конца света)
Arkady Strugatsky-Boris Strugatsky
İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 149
Çeviren: Hazal Yalın
2. Baskı, Kasım 2015
**
“Neyi seçmeniz gerektiği açık değil mi? Hayatı seçmek
gerek! Başka neyi? Teleskopunuzu değil, aletlerinizi değil... Bırakın
teleskopunuz boğazlarında kalsın! Nebula gazlarınız da! Yaşamak gerek, sevmek
gerek, doğayı hissetmek gerek; hissetmek diyorum, onun içinde eşinmek değil!
Bir ağaca, bir çalıya baktığımda hissediyorum, biliyorum ki bu benim dostumdur,
birbirimiz için varız, birbirimize muhtacız.” (s.91)
Bu kitabı bitirdikten sonra
anladım ki, ben bilim kurgu okurken aldığım hazzı başka hiçbir şeyde alamıyorum,
öyle güzel bir şey ki okumak, kelimelerle bunu ifade etmeye gücüm yetmez.
Kıyamete Bir Milyar Yıl; muazzam ve orijinal kurgusu, ince işlenmiş detayları
ile okuduğum en güzel kitaplardan birisiydi, ayıla bayıla okudum. Diğer
yorumları incelerken sıkıldım bazı
kısımlarda veya kurgusu yorucuydu tarzı
yorumlarla karşılaştım ama fark ettim ki, zerre bıkkınlık duymamıştım ve
okurken de elimden bırakmak istememiştim.
“Eğer
ne yapacağını bilmiyorsan,” dedi Veçerovski, “hiçbir şey yapma.” (s.120)
Bir astrofizikçi olan Dimitri Malyanov,
kendisine birçok alanda başarı kazandıracak olan projesi üzerinde
çalışmaktadır. İşi üzerinde çalışmak amacıyla karısı İrina ve oğlu Bobçik’i
ailesinin yanına göndermiştir. Ancak kafasını dinleyip rahatça çalışabileceğini
düşünürken beklenmedik talihsizlikler yaşanır. Önce tuhaf telefonlar gelmeye
başlar, sonra bir kargo votka dolu bir paket getirir, dahasında ise karısının
arkadaşı olduğunu söyleyen mini etekli, güzel mi güzel bir kadın gelir evine,
karşı komşusu, bir bilim insanıdır aynı zamanda, intihar eder ve bunun gibi
birçok şey olur.
Gökyüzü
öylesine bakmak için değil. Gökyüzü, ona hayran olmamız için. (s.88)
Bu tuhaflıklar silsilesi yaşanırken sanki
doğaüstü bir güç çalışmalarına engel olmak istiyormuş gibi hisseder.
Arkadaşlarıyla kurduğu iletişimler sonucunda fark eder ki bunlar yalnız kendi
başına değil, onların da başına gelmiştir. Hepsi de önemli projeler üzerinde
çalışan bilim insanlarıdır.
Asıl soru ise, fantastik
olayları fantastik olmayan varsayımlarla nasıl açıklarsınız? (s.78)
Karmakarışık bir kitaptı gerçekten. Okuyoruz,
okuyoruz, aklımız varsayımlar ve sorularla dolup taşıyor ama kitabın son
sayfasını okuduktan sonra bu soruların azalması gerekirken bir bakıyoruz ki
iyice her şey çorba olmuş. Ve itiraf edeyim, ben bundan zevk alıyorum,
bilinmezlikten ve kafa karışıklığından.
Bir yerde cadıya da benziyorlardı. Tam olarak hangi
yerde? Bir yerde işte. Harika bir kelime: Bir yerde. Siz de bir yerde domuzsunuz.
(s.25)
Kitabın bir dili var ki, o da muazzam. Bir
bakıyorsunuz üçüncü kişi ağzından anlatım yapılıyor, böyle sakin sakin giderken
bir anda her şey karmakarışık oluyor ve siz
ne oluyor ya.. diye sızlanmaya
başlamadan görüyorsunuz ki birinci ağızdan anlatım başlamış.
Aynı korkunç hikayeyi iki saat içinde ikinci defa
anlattığınızda, onun gülünç taraflarını da görmeye başlarsınız. (s.62)
İlk başta üstün bir ırk hakkında kafa
yoruyorlar, tesadüf olamaz deniyor. Uzaylılar veya Dokuzlar Meclisi adı verilen
bir grup bizi engellemeye çalışıyor deniyor, hem bir arkadaşının arkadaşı da
tam projesi üzerinde çalışmaya başladığı anda karın ağrıları başlıyormuş, karşı
komşusu da hem albay, hem de bir bilim insanıydı, peki onun ölümüne ne demeli?
Adam solaktı, ama silah sağ elinde. İlginç.
Belki de, Newton’un kutsal kitaptaki Kıyamet’i
açıklamaya kalkması, Arşimet’in de sarhoş bir asker tarafından öldürülmesi
tesadüf değildir. (s.143)
Okurken bir anda Lokman Hekim hikayesi geldi
aklıma. Ölümsüzlüğü bulduğu sırada rüzgar; kağıtları, uğraşlarını, her şeyini
bir anda uçuruyor ve emekleri boşa gidiyor. Doğanın ayak direme şekli de bu
işte, düştükleri durum tam olarak bu. En azından Veçerovski’nin söylemleri bazı
şeyleri daha da basitleştirmeye yetiyor, çünkü o bunu doğaüstü, üstün ırk gibi
kavramlara bağlamıyor. Evrenin kendini savunma mekanizması işte.
Eğer kainatsa
teslim olmak gerekiyor ama uzaylılarsa mücadele etmek mi gerek? (s.132)
Kitap, 1970’lerin Sovyetler Birliği döneminde
geçiyor ve kitabı bastırmak istedikleri zaman, devamlı geri çevriliyorlar.
Yasaklı bir kitap olması, o döneme ait birtakım fikirlere sahip olmamızı
sağlayabilir. Kitaptaki içerikler; yani Lidoçka’nın sütyeni, dedektifin rütbe
problemi tarzı şeylerden dolayı yayınevleri reddetmişler ve ilk olarak bazı
kısımlar sansürlenerek bir dergide basılmış.
Ayrıca
Andrei Tarkovski’nin Stalker’ını geçen yıl izlemiştim, gerçekten çok ufuk açıcı
gelmişti bana ve o filmin bu yazarların Uzayda Piknik adlı kitabından
esinlenerek çekildiğini daha yeni öğrendim. Kuşkusuz, Arkadi ve Boris
Ştrugatski, (benim için) en büyük bilim kurgu yazarlarından birisi.
“Önümüzde bir
milyar yıl var. Ama şimdi başlayabiliriz ve başlamalıyız. (s.144)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder