22 Ekim 2016 Cumartesi

Kalevala
Sayfa Sayıları, 1-25 Runo: 332
26-50 Runo: 346
Yazar: Elias Lönnrot
Çevirenler: Muammer Obuz-Lale Obuz
Balkanoğlu Matbaacılık, 1965-1966, Ankara

*
Türk Edebiyatı dersi için Fin destanını seçtim kendime. Normalde basit bir araştırma istenmişti dönem ödevi için ama internette yaptığım hafif bir gezinti sırasında bu destanın dilimize çoktan çevrilmiş olduğunu gördüm. Muammer Obuz ve Lale Obuz tarafından Fince’den Türkçeye direkt olarak bir çeviri gerçekleşmiş ve bence bu, o dönemin şartları göz önünde bulundurularak bakıldığında inanılmaz bir şey –gerçi 1960’lı yıllar günümüzden kat kat daha iyiydi ama, neyse.

(sayfa.4)
Verseniz de vermeseniz de
Ekmek, içecek;
Kuru boğazımla söylerim
Şarkıları, türküleri.

  Yeni baskısı yapılmayalı yıllar olmuş (50-51 yıl) ama internetten ikinci el olarak sipariş etmek mümkün. Eski kitapların kokuları, o sararmış sayfaları, yarattığı farklı atmosfer beni her zaman büyülemiştir, ve ilk sahibinin imzasını kitabın başında görmemle inanılmaz bir etki dalgasının altına girerken bugünün tarihini de yazıverdim hemen oraya.

*
İlk Tarih: 22 Eylül 1987.
İkinci Tarih: 17 Ekim 2016.
Üçüncü Tarih: ?
*

  Ayrıca bu güzel destanın Tolkien’e ilham verdiğini ve onun bu destana yönelik yaptığı araştırmalar göz atmak size küçük bir kalp krizi yaşatabilir –kendimden biliyorum.

  İki cildi de bitirmeden bir yorum yapmayı uygun görmedim çünkü konu bütünlüğüne hakim olmak istiyordum, olayları iyice kavramak ve daha yetkin bir biçimde bu satırları yazmak. Ve ilk cildi sağ sağlim bitirebildim, ikin günde bitiverdi, şu an bu yorumu yazarken takvim Ekim’in 20’sini göstermekte.

(sayfa.163)
Arı çabuk yükseldi,
Bal kanatlı uzaklaştı,
Uçtu vızıldadı aya vardı,

  İnanılmazdı. Gerçekten öyleydi. Okurken afalladım, kullanılan fantastik ögeler günümüzde hiçbir özgünlük ve orijinallik taşımayan ve bir süre sonra insanı bunaltan tarzdan çok ama çok farklıydı, geçmişin günümüzden binlerce kat daha verimli şeylere sahip olduğunun açık ve net bir göstergesiydi. Aynı zamanda bunların o milletin kültürünü yansıtması, destanların ait oldukları topluma dair bilgiler vermesi ve çevirinin muazzamlığı da eklenince ortaya tadından yenmez bir eser çıkmış.

  Kitabın başında Finlerin Moğollarla olan akrabalık ilişkilerinden, Orta Asya’dan geldiklerinden ve özet bir şekilde tarihlerinden, Fin milliyetçiliği ve gösterdikleri emeklerden bahsediliyor. Destanlar bilindiği gibi toplumlarda aşırı bir hasar gösteren veya onları derinden etkileyen nedenlerden ötürü oluşuyor ve kitabı okuduktan sonra onları bu kadar perişan edenin ne olduğunu deli gibi merak ettim.
  
(sayfa.15)
Ay görünmezse,
Parlamazsa güneş,
Hayatın tadı kalmaz;

  Elias Lönnrot, aslında tıpla uğraşan bir insan iken bu bağımsızlık mücadelesine destek vermek amacı ile, tamamen gönüllü bir biçimde Finlandiya’nın değişik yerlerini, köylerini gezerek Kalevala’yı derleyip toplayan ve yazıya geçiren kişidir. Bu basılan metinler de onun yazdığı ve günümüzde gerçekten büyük bir önem arz eden kitaptan çevrilmiştir.

  İlk cildinde belli bir konu barındırmıyor. Runo halinde olduğu için ilk başta metinler ayrı ayrı verilip sonrasında ise rayına oturtuluyor. Kadının rüzgardan hamile kalması, kuşun yumurtalarının gökyüzü, yeryüzü, ay, bulut meydana getirmesi; annenin gözyaşlarının (gerçekten) şelale olması ve bunun sonucunda üç ada meydana gelmesi, adamın tarakla saçını taradıktan sonra bu taraktan eğer kan gelirse bilin ki ölmüşümdür demesi:

 (sayfa.123)
Lemminkainen saçlarını taradı
Fırçayı duvara astı, mırıldandı:
-Başıma bir dert gelirse,
Felakete uğrarsam
Kan fışkıracak fırçadan!

  arının Ay’a varması, ve bunun gibi pek çok şey. O kadar büyüleyici ki bunları okumak, kendinizi gerçekten bambaşka bir dünyanın içinde buluyorsunuz. Oradan oraya savruluyor ve bu engin kitabın derinliklerinde kayboluyorsunuz. İnce ince işlenmiş detaylar, cümleler ve olayın gidişatı hem hayret verici hem de kendisine hayran bırakıcı. Gerçekten, ilk cilt, ilk kitap, ilk 1-25 Runo harikaydı ve devamının da öyle olacağına kuşkum yok.

(sayfa.188)
Büyülerini, güzel sözlerini
Bana öğretmedikçe
Bilgi, öte dünyaya taşınmamalı,
Güzel sözler saklı kalmamalı;
Kudret yaşamalı, herkes bilmeli.

Kitabı okurken bir kısımda altta yazacağım dize ile karşılaştım ve şöyle bir biranın tarihine bakmaya karar verdim. Net olarak şu şudur demek zor ama ilk olarak Orta Doğu’da bir tesadüf eseri karşılaşıldığı ve Orta Çağ döneminden sonra Kuzey Avrupa’nın neredeyse ana yurdu haline geldiği yazıyor. Ve bence bunun kitapta geçmesi, çok ilginç bir ayrıntı olmuş.

(sayfa.233)
Şu biranın bulunuşu, böylece
Kaleva’lıların keşfi oldu;

*
Tarih şu an Ekim’in 22’sini göstermekte, kitaba dün başlamıştım ve bugün bitti. İkinci cilt ile beraber yaklaşık 678 sayfalık kitap tamamlandı. Benim için gerçekten çok ilginç bir tecrübe oldu, çünkü daha önce destan türünde bir eser okumamıştım ve Kalevala, her iki cildiyle beraber de çok ama çok iyiydi.

(sayfa.13)
Kötü şeyin yarısı daha kötüdür.

  İkinci ciltin ön sözünde çevirmenlerden Lale Obuz’un aslında Fin asıllı bir hanımefendi olduğunu öğrenmek beni nedensizce şaşırttı –evet, gerçekten nedensizce. Ön sözde yazan bir şey daha dikkatimi çekti: “Kalevala’daki halk katında şarkılar sihir’i, sihir bilgiyi ve bilgi ise gücü temsil eder.”

  Bu kitapta da fantastik ve olağanüstü ögeler kullanılmaya, yaratıcılıkta sınır tanınmamaya devam edilmiş. Güldüğüm bir kısım da oldu, tüylerimin diken diken olduğu bir bölüm de –ayrıca ikinci el bir kitap olması ve benim toza karşı herhangi bir alerjim olmamasına rağmen kitap boyunca aksırıp tıksırmam da cabası tabi ki.

  (sayfa.46)
Ölüm beklediği yerde
Kavuşur isteğine!

  Son 25 Runo da ilki gibi kahramanlıklar üzerine kurulu. Mücadeleler, savaşlar, kavgalar, intikam ve hırs. Belli bir olay örgüsü yok, bölüm bölüm öyküler gibi ama destansı bir anlatım ve olayların birbirleriyle bağlantıları hakim.

  Burada geçen olağanüstü unsurlardan da bahsetmek isterim açıkçası. Horoz tüylerini toplayıp avucunda ovuşturduğunda ortaya bir horoz sürüsü çıkması, ejderhanın salyasına ruh verilerek bir canlı oluşması; biranın içinde balık avlamak, içerisinde yılan öldürmek ve hayvan yakalamak, gözyaşlarından mavi inciler oluşması, fırtınadan kadının gebe kalması, ay ve güneşin müziği dinlemek için yeryüzüne inmesi ve favorim, yılanların bira içip sarhoş olması.

(sayfa.14)
Ölüp gitsem, yok olsam dedim.
Öleydim toprak olaydım
Üç bahar önce,
Ot olur biterdim,
Çiçek olur açardım;
Belki bir kızıl meyve
Çimenlerde, ağaçlarda!
Bugüne ulaşmaz,
Kötülüğü tatmazdım,
Bu acı yakmazdı beni!
Bir nefeste söyledi sözlerini,
Sonsuz acısını böyle döktü.

  Çok tuhaf bir bölüm de vardı kitapta, pek bir bilgi birikimim olmamasına rağmen eski Türk filmleri geldi aklıma. Kullervo’nun evine dönerken bir kıza tecavüz etmesi ve akabinde kızın kız kardeşi olduğunu öğrenmesi, kızın intihar etmesi ve daha sonrasında da ortaya çıkan büyük kargaşa. Okurken tüylerim diken diken oldu ve ters köşe terimi sanırım bu kısma cuk oturuyor.

(safya.208)
-Bulunur mu aranızda
Şu gençlerin içinde,
Yeni yetişen nesillerde
Ya da şu soylu sülalede,
Çocukların arasında bir kimse
Göz yaşlarımı toplayacak

  Şu aşağıdaki dizelere nedensizce çok güldüm, büyük ihtimal buraya yazınca o kadar komik olmayacak (hatta hiç komik olmayacak, maalesef) ve nesi komik bunun veya komik bir fıkra anlattığını zanneden birinin sonunda kimsenin gülmediğini gördüğü o korku ve kabus dolu ana gelmesi durumuna dönecek ama ne bileyim, ben gülmüştüm, gerçekten.

(sayfa.91)
Bir gün baktı bebeğe
İkinci günü de:
Elini kırdı yavrunun,

  Bu kitaplar bittikten sonra içimden Finlandiya’nın o muhteşem güzelliğini gezip görme ve kültürüyle yakından tanışma arzusuyla yanıp tutuştum. Ayrıca 1960’lı yıllarda Türk ve Fin ilişkilerinin gerçekten düzgün olması, o zamanki Fin büyükelçisinin övgü dolu sözleri ve şu anki durumla kıyaslandığında ise, kalbime küçük bir sızı olmadı değil.

1 yorum:

  1. Şu stresli günlerde yorumunuzu okumak beni tarifsiz bir şekilde mutlu etti, çok ama çok teşekkürler, sevgiler.

    YanıtlaSil