Kalevala
Sayfa Sayıları, 1-25 Runo: 332
26-50 Runo: 346
Yazar: Elias Lönnrot
Çevirenler: Muammer Obuz-Lale Obuz
Balkanoğlu Matbaacılık, 1965-1966,
Ankara
*
Türk Edebiyatı dersi için Fin destanını seçtim kendime. Normalde
basit bir araştırma istenmişti dönem ödevi için ama internette yaptığım hafif
bir gezinti sırasında bu destanın dilimize çoktan çevrilmiş olduğunu gördüm. Muammer
Obuz ve Lale Obuz tarafından Fince’den Türkçeye direkt olarak bir çeviri
gerçekleşmiş ve bence bu, o dönemin şartları göz önünde bulundurularak
bakıldığında inanılmaz bir şey –gerçi 1960’lı yıllar günümüzden kat kat daha
iyiydi ama, neyse.
(sayfa.4)
Verseniz de vermeseniz de
Ekmek, içecek;
Kuru boğazımla söylerim
Şarkıları, türküleri.
Yeni baskısı yapılmayalı
yıllar olmuş (50-51 yıl) ama internetten ikinci el olarak sipariş etmek mümkün.
Eski kitapların kokuları, o sararmış sayfaları, yarattığı farklı atmosfer beni
her zaman büyülemiştir, ve ilk sahibinin imzasını kitabın başında görmemle
inanılmaz bir etki dalgasının altına girerken bugünün tarihini de yazıverdim
hemen oraya.
*
İlk Tarih: 22 Eylül 1987.
İkinci Tarih: 17 Ekim 2016.
Üçüncü Tarih: ?
*
Ayrıca bu güzel destanın
Tolkien’e ilham verdiğini ve onun bu destana yönelik yaptığı araştırmalar göz
atmak size küçük bir kalp krizi yaşatabilir –kendimden biliyorum.
İki cildi de bitirmeden bir
yorum yapmayı uygun görmedim çünkü konu bütünlüğüne hakim olmak istiyordum,
olayları iyice kavramak ve daha yetkin bir biçimde bu satırları yazmak. Ve ilk
cildi sağ sağlim bitirebildim, ikin günde bitiverdi, şu an bu yorumu yazarken
takvim Ekim’in 20’sini göstermekte.
(sayfa.163)
Arı çabuk yükseldi,
Bal kanatlı uzaklaştı,
Uçtu vızıldadı aya vardı,
İnanılmazdı. Gerçekten
öyleydi. Okurken afalladım, kullanılan fantastik ögeler günümüzde hiçbir
özgünlük ve orijinallik taşımayan ve bir süre sonra insanı bunaltan tarzdan çok
ama çok farklıydı, geçmişin günümüzden binlerce kat daha verimli şeylere sahip
olduğunun açık ve net bir göstergesiydi. Aynı zamanda bunların o milletin
kültürünü yansıtması, destanların ait oldukları topluma dair bilgiler vermesi
ve çevirinin muazzamlığı da eklenince ortaya tadından yenmez bir eser çıkmış.
Kitabın başında Finlerin
Moğollarla olan akrabalık ilişkilerinden, Orta Asya’dan geldiklerinden ve özet
bir şekilde tarihlerinden, Fin milliyetçiliği ve gösterdikleri emeklerden
bahsediliyor. Destanlar bilindiği gibi toplumlarda aşırı bir hasar gösteren
veya onları derinden etkileyen nedenlerden ötürü oluşuyor ve kitabı okuduktan
sonra onları bu kadar perişan edenin ne olduğunu deli gibi merak ettim.
(sayfa.15)
Ay görünmezse,
Parlamazsa güneş,
Hayatın tadı kalmaz;
Elias Lönnrot, aslında
tıpla uğraşan bir insan iken bu bağımsızlık mücadelesine destek vermek amacı
ile, tamamen gönüllü bir biçimde Finlandiya’nın değişik yerlerini, köylerini
gezerek Kalevala’yı derleyip toplayan ve yazıya geçiren kişidir. Bu basılan
metinler de onun yazdığı ve günümüzde gerçekten büyük bir önem arz eden
kitaptan çevrilmiştir.
İlk cildinde belli bir
konu barındırmıyor. Runo halinde olduğu için ilk başta metinler ayrı ayrı
verilip sonrasında ise rayına oturtuluyor. Kadının rüzgardan hamile kalması,
kuşun yumurtalarının gökyüzü, yeryüzü, ay, bulut meydana getirmesi; annenin
gözyaşlarının (gerçekten) şelale olması ve bunun sonucunda üç ada meydana
gelmesi, adamın tarakla saçını taradıktan sonra bu taraktan eğer kan gelirse bilin ki ölmüşümdür demesi:
(sayfa.123)
Lemminkainen saçlarını taradı
Fırçayı duvara astı, mırıldandı:
-Başıma bir dert gelirse,
Felakete uğrarsam
Kan fışkıracak fırçadan!
arının Ay’a varması, ve
bunun gibi pek çok şey. O kadar büyüleyici ki bunları okumak, kendinizi
gerçekten bambaşka bir dünyanın içinde buluyorsunuz. Oradan oraya savruluyor ve
bu engin kitabın derinliklerinde kayboluyorsunuz. İnce ince işlenmiş detaylar,
cümleler ve olayın gidişatı hem hayret verici hem de kendisine hayran bırakıcı.
Gerçekten, ilk cilt, ilk kitap, ilk 1-25 Runo harikaydı ve devamının da öyle
olacağına kuşkum yok.
(sayfa.188)
Büyülerini, güzel sözlerini
Bana öğretmedikçe
Bilgi, öte dünyaya taşınmamalı,
Güzel sözler saklı kalmamalı;
Kudret yaşamalı, herkes bilmeli.
Kitabı okurken bir kısımda altta yazacağım dize ile karşılaştım ve
şöyle bir biranın tarihine bakmaya karar verdim. Net olarak şu şudur demek zor
ama ilk olarak Orta Doğu’da bir tesadüf eseri karşılaşıldığı ve Orta Çağ
döneminden sonra Kuzey Avrupa’nın neredeyse ana yurdu haline geldiği yazıyor.
Ve bence bunun kitapta geçmesi, çok ilginç bir ayrıntı olmuş.
(sayfa.233)
Şu biranın bulunuşu, böylece
Kaleva’lıların keşfi oldu;
*
Tarih şu an Ekim’in 22’sini göstermekte, kitaba dün başlamıştım ve
bugün bitti. İkinci cilt ile beraber yaklaşık 678 sayfalık kitap tamamlandı.
Benim için gerçekten çok ilginç bir tecrübe oldu, çünkü daha önce destan
türünde bir eser okumamıştım ve Kalevala, her iki cildiyle beraber de çok ama
çok iyiydi.
(sayfa.13)
Kötü şeyin yarısı daha kötüdür.
İkinci ciltin ön sözünde
çevirmenlerden Lale Obuz’un aslında Fin asıllı bir hanımefendi olduğunu
öğrenmek beni nedensizce şaşırttı –evet, gerçekten nedensizce. Ön sözde yazan
bir şey daha dikkatimi çekti: “Kalevala’daki halk katında şarkılar sihir’i,
sihir bilgiyi ve bilgi ise gücü temsil eder.”
Bu kitapta da fantastik ve
olağanüstü ögeler kullanılmaya, yaratıcılıkta sınır tanınmamaya devam edilmiş.
Güldüğüm bir kısım da oldu, tüylerimin diken diken olduğu bir bölüm de –ayrıca
ikinci el bir kitap olması ve benim toza karşı herhangi bir alerjim olmamasına
rağmen kitap boyunca aksırıp tıksırmam da cabası tabi ki.
(sayfa.46)
Ölüm beklediği yerde
Kavuşur isteğine!
Son 25 Runo da ilki gibi
kahramanlıklar üzerine kurulu. Mücadeleler, savaşlar, kavgalar, intikam ve hırs.
Belli bir olay örgüsü yok, bölüm bölüm öyküler gibi ama destansı bir anlatım ve
olayların birbirleriyle bağlantıları hakim.
Burada geçen olağanüstü
unsurlardan da bahsetmek isterim açıkçası. Horoz tüylerini toplayıp avucunda
ovuşturduğunda ortaya bir horoz sürüsü çıkması, ejderhanın salyasına ruh
verilerek bir canlı oluşması; biranın içinde balık avlamak, içerisinde yılan
öldürmek ve hayvan yakalamak, gözyaşlarından mavi inciler oluşması, fırtınadan
kadının gebe kalması, ay ve güneşin müziği dinlemek için yeryüzüne inmesi ve
favorim, yılanların bira içip sarhoş olması.
(sayfa.14)
Ölüp gitsem, yok olsam dedim.
Öleydim toprak olaydım
Üç bahar önce,
Ot olur biterdim,
Çiçek olur açardım;
Belki bir kızıl meyve
Çimenlerde, ağaçlarda!
Bugüne ulaşmaz,
Kötülüğü tatmazdım,
Bu acı yakmazdı beni!
Bir nefeste söyledi sözlerini,
Sonsuz acısını böyle döktü.
Çok tuhaf bir bölüm de
vardı kitapta, pek bir bilgi birikimim olmamasına rağmen eski Türk filmleri
geldi aklıma. Kullervo’nun evine dönerken bir kıza tecavüz etmesi ve akabinde
kızın kız kardeşi olduğunu öğrenmesi, kızın intihar etmesi ve daha sonrasında
da ortaya çıkan büyük kargaşa. Okurken tüylerim diken diken oldu ve ters köşe
terimi sanırım bu kısma cuk oturuyor.
(safya.208)
-Bulunur mu aranızda
Şu gençlerin içinde,
Yeni yetişen nesillerde
Ya da şu soylu sülalede,
Çocukların arasında bir kimse
Göz yaşlarımı toplayacak
Şu aşağıdaki dizelere
nedensizce çok güldüm, büyük ihtimal buraya yazınca o kadar komik olmayacak
(hatta hiç komik olmayacak, maalesef) ve nesi komik bunun veya komik bir fıkra
anlattığını zanneden birinin sonunda kimsenin gülmediğini gördüğü o korku ve
kabus dolu ana gelmesi durumuna dönecek ama ne bileyim, ben gülmüştüm,
gerçekten.
(sayfa.91)
Bir gün baktı bebeğe
İkinci günü de:
Elini kırdı yavrunun,
Şu stresli günlerde yorumunuzu okumak beni tarifsiz bir şekilde mutlu etti, çok ama çok teşekkürler, sevgiler.
YanıtlaSil