Hayvan Çiftliği (Animal
Farm)
George Orwell
Sayfa Sayısı: 152
Çeviren: Celal Üster
Can Yayınları
İstanbul, Ocak 2016, 45.
Basım
**
Son zamanlarda
beğeneceğimi okumadan hissettiğim kitapları tercih ediyorum, ve şu ana kadar
hiçbirinde hayal kırıklığına uğramadım. Bunu baştan hissetmek ne kitabın
değerini azaltıyor, ne de merak duygusunu eksiltiyor. Aksine olayları merak
ettiğim için daha da sıkı, sımsıkı bağlanıyorum onlara. George Orwell okumak
için de içimdeki merak duygusu kabardıkça kabarmış, ilk fırsatta bir kitabını
alıvermiştim. Bu da Hayvan Çiftliği oldu tabi ki, hem konusu ve hem de sayfa
sayısının azlığı nedeniyle başlangıç için fena bir kitap olmayacağı kanısına
vardım.
Okuduğum en ilginç
kitaplardan birisiydi. Bir kere yazarın zekasına hayran kalmamak elde değil,
saygıyla selamlıyorum bundan dolayı kendisini. Eleştiriyi böyle bir yöntemle
yapmak, kitabın su gibi akıp gitmesi, içine oturtulmuş ince ama derin
anlamlarla dolu, dopdolu ve zengin bir kitap halini almasından ötürü okuyucunun
büyülenmesi kaçınılmaz hale gelmiş.
Bay Jones, bir çiftlik
sahibi ve orada yaşayan bazı hayvanlar var. Hayvanlar, yaşadıkları yaşam
koşullarından rahatsızlık duyuyor, Koca Reis denilen bir domuzun da bu fikri
vererek tetiklemesiyle bir isyan başlatarak Bay Jones ve yandaşlarının elinden
çiftliği alarak kendi düzenlerini kuruyorlar. Başlarda her şey kusursuz;
eşitlik, adalet hakim, artık yedikleri ürünler daha bol, daha şanslı gibiler
ama sonrasında, en zeki olarak adlandırılan takım, domuzlar, yönetimi ele
geçirerek zamanla Bay Jones’un yanlarında melek gibi kalabileceği bir düzen
kuruyor, hayvanlar için cehennem de işte o zaman başlamış oluyor.
Özgürlüklerini savunamayanların
ödedikleri bedel ağırdır. Özgürlük, değerli olduğu ölçüde kırılgandır da...
(s.15-Celal Üster)
Yavaş yavaş her konuya
değinmek istiyorum ama önceliği sürü psikolojisi ve sorgulamaya vereceğim.
Kitaptaki neredeyse her ayrıntı üzerinde düşünülmüş ve biz de okurken bunları
değerlendirerek kapıları yavaş yavaş açabiliyor ve anlamlandırabiliyoruz bazı
şeyleri. Koyunların, domuzlara itaatlerini belirtmek için devamlı mee-mee
sesleri çıkartıp o klişe cümleyi (DÖRT AYAK İYİ, İKİ AYAK KÖTÜ) söylemeleri
aslında gerçekte de kullanılmakta olan koyun
sürüsü tabirini önümüze sunuyor. O ne derse, doğrudur; ne yapsa, doğrudur;
ne söylese, haklıdır ve eğer sen ona karşı çıkacak olursan, ayvayı yedin.
Bu dünyada açlık ve yokluk içinde
yaşıyorlardı; başka bir yerlerde daha iyi bir dünyanın bulunmasından daha
doğru, daha anlaşılır ne olabilirdi? (s.128)
Zamanla kuralların
değişmesi olayı var ayrıca. Gözlerinin önünde, değişiyor, farklılaşıyor,
farkındalar ama görmemezlikten geliyorlar, yanlış hatırlamaya getiriyorlar
olayı çünkü işlerine ancak bu geliyor. Sorgulamalardan, düşünmekten milyarlarca
ışık yılı uzaktalar. Bu da bir nevi toplum baskısının, dayatmanın sonucu, onlara da suçu
atmak, kolaya kaçmak istemiyorum çünkü, baskı, kocaman bir insan ırkını paçavra
gibi atmak için en etkili yöntemdir, her şeyi mahvedebilir, her şeyi yok
edebilir.
İşte, yoldaşlar, tüm
sorunlarımızın yanıtı burada. Tek bir sözcükte özetlenebilir: İnsan. Tek gerçek
düşmanımız İnsan’dır. İnsan’ı ortadan kaldırın, açlığın ve köle gibi çalışmanın
temelindeki neden de sonsuza dek silinecektir yeryüzünden. (s.24)
Tehlikeli bir kitap,
gerçekten öyle. 1945 yılında basılmış ama günümüz ile olan benzerlikleri
ürkütücü. Bu gelecek miydi, var olanın devamı mıydı yoksa? Aslında anlatılanlar
çok tanıdık, aşırı hem de. Günümüz Türkiyesi ve kitap. Okuyup analiz edince,
hatta analize bile gerek yok, direkt, doğrudan bir şekilde yüzümüze çarpılmış
gerçekler. Tabi biliyoruz ki, bakmakla görmek aynı şey değildir.
Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha
eşittir. (s.141)
Yazıldığı dönemde
Sovyetler Birliği’ne ithaf olmuş bir kitap, önceden bu bilgileri bilebilmek
okurken algımızın daha da açık olmasını sağlıyor ve taşı gediğine oturmak
terimi sanırım burada devreye giriyor. Sonradan öğrendiğim bilgilere göre:
Bay Jones: Son Rus
Çarı
Koca Reis: (devrimin ilk
tohumlarını atan kişi) Karl Marx
Boxer: (devamlı, devamlı
çalışan bir at) işçi
Snowball: (Stalin’e
muhalifliği nedeniyle kovulan kişi) Troçki
Napolyon: (iktidarı ele
geçirip kendi halkına zulmeden bir domuz) Stalin
Squealer: (tüm hayvanlara
kendini dinletebilen, devamlı yalan söyleyen bir domuz) Pravada
gazetesi
Fredericks: Hitler’in
romandaki karşılığı
Moses: (devamlı öyküler, ve
toz pembe hayallerle dolu bir kişilik) Kilise veya din
Muhteşem, gerçekten öyle.
Kitaptaki hiçbir karakter öylesine yazılmış değil, hiçbir söz boşa söylenmiş
değil. Hepsi birçok şeyi temsil ediyor, birçok şeyi simgeliyor. Özellikle
Moses’ın verdiği, yani ona ithaf edilen anlam beni şoka uğrattı.
Snowball, “Bak yoldaş,”
demişti, “Senin onsuz edemediğin kurdele, köleliğin simgesidir. Özgürlüğün
kurdelelerden çok daha değerli olduğunu kafan almıyor mu?” (s.31)
Okuduğum bir yorumla
farkına vardığım üzere sadece bir komünizm eleştirisi yok, aynı zamanda
kapitalizm eleştirisi de var, iki taraf da savunulmuyor aslında ve bir paradoks
izlenimi veriyor bana. Hangisinin doğru olduğunu veya birisine doğru kelimesini
yapıştırmak maalesef çok zor.
Tanrı bana sinekleri kovayım diye bir kuyruk
vermiş; ama keşke sinekler de olmasaydı, kuyruğum da. (s.20)
Pek çok şeyin de aslında
insanın zorbalığından, kötülüğünden ve vahşetinden kaynaklandığı gün gibi açık.
Kendini dünyanın efendisi, her şeyin sahibi olarak görüyor, en küçücük şeyin
bile kendisine ait olduğunu iddia ediyor. Doymak bilmeyen bir açgözlülük ve
hırsla sarılı çünkü. Tarihteki soykırımlar, Kızılderililere uygulananlar, Şef Seattle’ın
mektubunu okuduğumuzda işte bize dediği gibi: Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık tutulduğunda;
beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.
İnsan üretmeden tüketen tek yaratıktır. Süt
vermez, yumurta yumurtlamaz, sabanı çekecek gücü yoktur, tavşan yakalayacak
kadar hızlı koşamaz. Gene de tüm hayvanların efendisidir. (s.24)
İnsanoğlu, kendinden başka
hiçbir yaratığın çıkarını gözetmez. (s.26)
Bu tarz kitapları birkaç senede bir
yeniden okumak lazım ki, sarsılalım, silkinelim, kendimize gelelim ve modern
dünyanın ne kadar rezil bir yer olduğunun farkına varabilelim, unutmayalım,
bakmakla görmek aynı şey değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder