Zaman Makinesi (The Time
Machine)
H.G. Wells
İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 140
Çeviren: Volkan Gürses
3. Baskı, Eylül 2016
***
Uyarı: Bu yorum, kitap hakkında ayrıntılı bilgi içerebilir, lütfen bunu dikkate alarak okuyunuz!
Uyarı: Bu yorum, kitap hakkında ayrıntılı bilgi içerebilir, lütfen bunu dikkate alarak okuyunuz!
Evrenin en iyi bilim kurgu
yazarlarından birinin H.G. Wells olduğu su götürmez bir gerçek. Daha önce başka
kitaplarını okumamış olmama rağmen Zaman Makinesi’ni okuduktan sonra, dahiyane
zekası, zamanının ötesinde bir insan olması, kurduğu o muntazam ve acı verici gerçeklerle örtülü ütopya, aynı zamanda daha izafiyet veya kuantum
teorisi ortada yokken böyle bir bilgiyi kullanması, daha doğrusu üretmesi beni
hayretlere sürükledi. Yuvarlandım öyle.
Günümüzden yaklaşık
121 yıl önce zaman makinesinden bahsetti, uzay zamandan bahsetti, zaman
yolculuğundan bahsetti ve bunların hepsini 1895 yılında yaptı. Bu durumda ne
denir ki acaba?
Bir Perşembe günü bir Zaman
Yolcusu tıp, psikoloji gibi alanlarda
uğraş gerçekleştirmiş konuklarını akşam yemeğine çağırır. Dipnot olarak: Kitap, bu
konuklardan birinin ağzından anlatılmaktadır. Zaman Yolcusu, onlara bir zaman
makinesi icat ettiğinden bahseder ve tabi ki konuklar bu sözlerinin ardından ona
gülerler, inanmazlar. Zaman Yolcusu’nun küçük taslak bir makineyi getirmesinin
ardından çalıştırması ve hemen ardından makinenin etrafında dönerek bir anda
yok olmasına şahit olduklarında artık bir şeyler kesinlikle değişmiştir (en
azından fikirler) ve bu onlar için eşsiz bir tecrübe olmuştur.
Yine de tabi ki içlerinde bazıları inanmayı
reddetmeye de çalışır, sihirbazlık, yok masanın altına girdi gibisinden.
Elbette herkes kendi görüşünü beyan etmekte özgür, ama bu tarz durumlarda gözle
görülen şeyi inkar etmek biraz sinir bozucu oluyor, yoksa ne demişlerdi:
Duyduğunun hiçbirine, gördüklerinin yarısına inan.
Ayrıca ana karakterimiz, Zaman Yolcusu’nu
şöyle tanımlar kitapta:
“Aslında
bakılırsa, Zaman Yolcusu kolay kolay inanılmayacak kadar zeki olan şu
adamlardan biriydi; onunla ilgili her şeyi kavradığınızı asla hissedemez, her zaman kurnaz bir ihtiyattan, görünür içtenliğinin arkasında pusuda bekleyen bir
hinlikten kuşkulanırdınız. Modeli bize Filby göstermiş ve aynen Zaman
Yolcusu’nun kullandığı kelimelerle konuyu bize o açıklamış olsaydı, ona karşı
çok daha az bir şüphecilik sergilerdik. Çünkü onun dürtülerini anlamış olurduk;
Filby’i bir kasap bile anlayabilir.”
Aslında bu bir tutku, bağlı olduğunuz işi
sahiplenmek, tenimize kazınmış gibi sarıp sarmalamak, arkasından koşmak ve ne
pahasına olsun yılmamak sanırım, işte bir noktada diğerlerinden bu şekilde de
ayrılabiliyor insanlar.
Ertesi hafta Perşembe günü, saat 20.30’da
buluşmak üzere sözleşirler. Ve o gelecek Perşembe, Zaman Yolcusu’nu
bulduklarında harap bir halde olduğunu, her tarafının kirle kaplı olduğunu fark
ederler. Perişan görünüyordur, açtır, yemekleri büyük bir iştahla yer ve herkes
merak içinde izler onu. Sonra Zaman Yolcusu yıkanıp karnını doyurup temiz
kıyafetlerini giydikten sonra onları laboratuvarına çağırır ve o eşsiz
makinesini gösterir, inamayacağınızı
biliyorum ama en azından hikaye olarak da olsa dinleyin lütfen, ama yemin
ederim ki hepsi gerçek tarzı bir şeyler söyler ve başlar anlatmaya.
Evet, zamanda yolculuk yapmıştır, geleceğe,
milattan sonra 802.701 tarihine gitmiştir.
Gelecekle ilgili beklentilerimiz nedense hep
teknolojinin aşırı ilerlemesi, sanatın, bilimin, medeniyetin tavan yapması
üzerine kurulmuştur. Ama işte bu noktada biraz daha geniş düşünmek gerek ve
yazar bu konunun üzerinde müthiş bir şekilde duruyor.
Ya gelecek, düşündüğümüz gibi değilse?
Kitaptan gelsin,
“ ‘Malumunuz,
her zaman, “sekiz yüz iki bin küsür yılı” insanlarının bilgi, sanat, her şeyde
bizden inanılmaz derecede ileride olacaklarını öngörürdüm. Sonra bir tanesi
aniden, bizim beş yaşındaki çocuklarımızın zeka düzeyinde olduğunu gösteren bir
soru sordu; ben bir yıldırımın içinde güneşten mi gelmiştim!’ ”
Fark ediyoruz ki insanlık rezil bir hale
gelmiş. Okuma yazma yok, kitap yok, eğitim yok, yaşamları uyumak ve yemek tarzı
durumlar arasında gelip gidiyor, hisleri körelmiş, boyları 1.20 civarında ve
tembellik inanılmaz boyutlara ulaşmış. Hastalıklar, savaşlar, yaşlı ve sakat
insanlar bile yok. Tek besin kaynakları meyveler ve sebzeler, insanoğlu bu
dünyanın başına gelen en kötü şey gerçekten, hayvanların soyunu bile tüketmiş. Mesela
nehirde bir kız boğuluyor, çırpınıyor ama kimse en ufak bir harekette
bulunmuyor. İnsanlığın en rezil boyutunda gibiler, rezilliğin bir sınırı varsa
tabi.
“Güç, ihtiyacın ürünüdür; güvenlik güçsüzlüğü
arttırır.”(s.64)
Sonrasında Zaman Yolcumuz araştırmasına devam
ediyor ve kafasında bazı sorular oluşuyor. Örneğin,
-“Bu insanlar ihtiyaçlarını nasıl
karşılıyorlar?”
-“Karanlıktan deli gibi
korkuyorlar, gece niçin dışarıya çıkmıyorlar?”
gibi gibi.
Ve sonra öğreniyoruz ki insan ırkı 2 gruba
ayrılmış, birincisi yukarıda bahsettiğim, tamamen refah içerisinde yaşayan
zengin, aristokrat grup Eloiler, ve diğerleri, yani 2. grup da ezilmiş,
dışlanmış, hor görülmüş, fakir ve işçi sınıfı olarak adlandırabileceğimiz kesim,
Morlocklar.
Morlocklar, sadece karanlıkta yaşıyor ve
sadece gece dışarı çıkıyorlar, vahşiler, saldırganlar, diğerlerinin
ihtiyaçlarını karşılıyorlar aynı zamanda ve bunlardan çok korkan Eloiler de
asla karanlık bir ortama ne giriyor, ne de gece dışarı çıkıyorlar. Onlar da ışıktan deli gibi korkuyor, ve o dönemde artık kibrit bile kalmamış, ateş yok.
Ana karakterimiz de onların inine girerken cebindeki kibritlerden yardım
alıyor, böylece onlar da delicesine korkuyor.
“Böylece, sonunda yerin üstünde, zevk, konfor ve
güzellik yaşayan Sahip-olanlar ile yerin altında, sürekli bir biçimde işlerinin
koşullarına uyum sağlamakta olan işçiler, yani Sahip-olmayanlar kalacak.”
(s.87)
Bu sırada bazı olaylar gelişiyor tabi, zar
zor kurtuluyor, ölümden dönüyor, ve geri dönüp bu olayları konuklarına anlatma
kısmına geliyoruz, yani hikayenin en başına. Herkes şaşkın, buna inanmak reddediliyor,
ama ürktüklerini, bu korkunç geleceğin onların tüylerini diken diken
ettiklerine eminim.
Kitabın sonunda, Zaman Yolcusu tekrar
kayıplara karışıyor, ve kaybolmasının ardından üç sene geçtikten sonra bile
hala ortada görünmüyor. Öldü mü, yoksa başka bir şey mi oldu, bilmiyoruz.
Yaratılan bu gelecek, gerçekten insanın
içinde bir boşluk oluşturuyor ve hani kişisel olarak kafam “acabalarla” dolup
taştı. Her zaman kafama uçan arabalarla dolu (biraz sığ bir bakış, biliyorum)
bir gelecek monte edilmişti ve bir anda böyle bir imaj çizilmesi beni bozguna
uğrattı galiba, ufkun açılma olayı tam da bu sanırım.
Zaman makinesi icat edildiğinde (belki
çoktan icat edilmiştir, kim bilir) birilerinin sanırsam H.G. Wells’i ziyaret
etmesi gerekecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder