26 Aralık 2016 Pazartesi

The Grass is Singing
Doris Lessing
Penguin Readers
Page: 61
---

  Doris Lessing, 2007 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülmüş Britanyalı bir yazardır. İngilizce dersi için kısaltılmış versiyonunu orijinal dilinden okudum ve tadı damağımda kaldı. Şu hali bile beni kendine çekmeye yetiyorsa, tam metnini okumak kim bilir neler hissettirecektir.

  Mary, cıvıl cıvıl, mutlu ve hayatı seven, orta yaşlı bir kadındır. Ancak bir gün arkadaşlarının onun hakkındaki konuşmalarına şahit olur ve bu onda büyük bir yıkım yaratır. Çünkü arkadaşları onun evlenemeyeceğini, hala on sekiz bir genç kız gibi davranmasının komik olduğunu söylemektedirler. Böyle olunca o da hemen harekete geçerek önüne çıkan ilk erkekle evlenir: Dick Turner. Çiftliğe yerleşerek yeni bir hayata atılan Mary, burada hiç tahmin etmediği gerçeklerle yüzleşecek, delirmenin eşiğine gelecektir.

   1940’ların Zimbabvesi’nde geçiyor. Beyazlar siyahlara egemen, onlardan üstün ve güçlü olarak kabul görülüyor. Kentsel yerleşim yerleri gelişmiş olarak nitelendirilebilirken, kırsal alanlardakiler ise yoksullukla boğuşuyor. Vahşi yaşam ve hayatta kalma mücadelesi çok güzel tasvir edilmiş. Mary’in eve ilk geldiği andaki şok anı ise tek kelimeyle mükemmel.

  Ana konu olarak ırkçılık ön planda kabul ediliyor, fakat ben erkek egemen zihniyetin diğer cins üzerindeki etkilerinin daha baskın olduğunu düşünüyorum. Kadına dayatılan fikirler, kadınların küçümsenmesi, Mary’nin çocukluğunda yaşadığı acı verici olaylar ve yetişkin olduğu dönemde bile iradesizleştirilmiş bir birey olması. Son kısımda kendisine karşı gerçekleştirilen saldırının ise yine bir erkek tarafından yapılması bunu destekliyor.

  Moses’a –bir siyahi olmasına karşın- çekim hissetmesinin nedeni ise korunmaya muhtaç olması. Zeki, mantıklı ve hoş bir kadınken bir anda içine gizlenmiş birtakım ırkçı saldırıların ortaya çıkması ise hapis yaşamı sürdüğü ortamda bir nevi dışavurum olarak adlandırılabilir. Kendini ifade etmek istiyor, bir şeyleri haykırmak istiyor ama izin verilmiyor. İçindekileri de ancak nefret biçiminde kusabiliyor, o kadar acı bir şey ki bu.

  Geçmişte yaşadığımız bazı olayların bizim bilinç altımıza yavaş yavaş işleyerek harekete geçmesi ve ileride büyük sarsıntılara yol açması gibi bir tespite yer verilmesi ise hayranlık uyandırıyor.

  Türkçeye “Türkü Söylüyor Otlar” olarak çevrilmiş ve şu an için bir baskısı yok. Can Yayınları tarafından 2004 yılında çevrilmiş. Ancak bu demek değil ki hem reel, hem de sanal ortamı talan etmeyeyim.

  Tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder