1 Aralık 2016 Perşembe

O Adam Babamdı
Altay Öktem
Sayfa Sayısı: 196
Esen Kitap
1. Baskı, Şubat 2015, İstanbul
Kapak Resmi: Bahadır Baruter
**
“Kaderin bağı, naylon bir ipin bağından daha kuvvetlidir, küçük bey. İnsan kaderinden kaçamaz.” (s.161)

  Okuduğum en güzel kitaplardan bir tanesiydi, yerli kitaplardan ifadesini kullanarak sınırlandırma yapmak istemiyorum çünkü harikalığı evrenselliğe ulaşabilecek boyutta. İnce ince işlenmiş o detaylar, bir kısmının oturduğum bölgede geçmesi, karakterlerin zarifliği, tarihten unutulmaya yüz tutmuş insanlar ve kelimelerle baş döndürücü bir dünya yaratılmıştı. Bahadır Baruter’in çizimiyle de ayrıca, muhteşem bir kapak tasarımı ortaya çıkmış, çok fazla bakarsanız halüsinasyonlar görmeye başlayabilirsiniz.

  Kitap, babasının hala yaşadığından haberdar bile olmayan bir adamın, annesiyle yaşadığı evde bazı takvim yaprakları bulması, bunları soruşturarak babasının yerini öğrenmesi, kimliğini ifşa etmeksizin bazı sırların kapılarını aralamak üzere Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yaptığı bir ziyaretle başlıyor.

Yaşananları değiştirmek imkansızdı ama onları bilmemek, öğrenmemeye çalışmak, habersizmiş gibi davranmak da yaşananları değiştirmeyeceği gibi, acılarımızı da hafifletmiyordu. (s.7)

  Babası, Haydar Bey, naif, kibar, Türkçeyi elinden geldiğince düzgün kullanan bir beyefendi, gerçek bir beyefendi ve aynı zamanda da bir seri katil. Katil olmasına aldırmayın, onu yadırgamayın veya küçümsemeyin çünkü o, gelmiş geçmiş en hassas katillerden bir tanesi. Aynı zamanda da tam bir centilmen. Haydar Bey, karısından tutun da kedisi Sacide’ye kadar pek çok canlıyı öldürüyor. Peki, bu cinayetleri neden işliyor? Aralarında nasıl bağlantılar var? Haydar Bey’i suça teşvik eden şeyler neler?

  Önceden bir katille ilgili daha böyle bir şey okumuştum, hayvanlara yönelik cinayetler çocuklar üzerinde derin etkiler bırakabiliyor. Bu kitapta da öyle ancak Haydar Bey’e etkiyen, onu bu eyleme iten şeyin tamamı elbette bu değil. Haydar Bey’in tek parmağı, kasap babası tarafından bir kaza sonucu kesiliyor, çok acı verici bir andı. Hatay kasap ayaklanmasında babasının konumu, ailenin Haydar Bey’e yönelik tepkileri de bazı şeyleri tetikliyor, onu benliğinden kopartarak başka bir hale sokuyor. Hapishanede yattığı dönemde uğradığı ve benim de kanımı donduran o taciz vakası (taciz iddiası demeye dilim varmıyor) da canını yakan şeylerden bir tanesi.

Sıhhiyeci Şahap da sevmişti aslında. Başka emelleri de olsa, yine de sevmişti. Yoksa, ateşi yükseldiği gece başucunda sabahlar, iyileşmesi için bunca çaba gösterir miydi? (s.104)

  Uğradığı taciz anı hayatına bir gülle gibi düşmüş olmalı. Bir gün hapishanede, revirde uyanıyor ve görüyor ki, uzun zamandır kendisiyle sohbet etmeye çalışan bir görevli bacaklarını okşuyor! Burada çocuk tacizciliğinin ülkemizdeki konumuna da dikkat çekilmek isteniyor aslında, kimsenin can güvenliği yok, kimseye güvenmeyin, çocuklarınızı emanet etmeyin. Okurken tüylerim diken diken oldu ama daha sonrasında aldığı intikam, insanın içindeki sadist duyguları da uyandırıyor. 

Bir cam, aynı ebatta bile olsa, eskisinin yerini tutmuyor. Ona temas eden, yapışıp kalan hatıralar var çünkü. (s.35)

  Haydar Bey’in öldürdüğü insanlar da aynı zamanda çok dikkatimi çekti. Diyelim, birisi sizin kalemliğinizden bir silgi çaldı, siz de ona eş değer bir şey çalarsanız bir nevi eşitlik sağlanmış olur, suça suç eşitliği. Türkiye’de tabi ki eşitlikten bahsedemeyiz, bunu bir kurgu olarak farz edelim o zaman. Bu konumda Haydar Bey biraz üste çıkarak, direkt, karşısındaki insanın kalemliğini yakarak bir adalet sağlamaya çalışıyor, her durumda geçerli değil yalnız bu.

  Kitap üzerinden gidersem, Haydar Bey’in öldürdüğü insanlar ona veya sevdiği bir kişiye zarar verme teşebbüsünde bulunmuş insanlar, kimseyi sebepsiz yere öldürmüyor. Babasını öldürüyor, çünkü annesine zarar vereceğine kanaat getirmiş. Topunu atarak camını kırmış olan çocuğu öldürüyor çünkü kendisiyle dalga geçti. Efsanevi eflatun bikiniyi aldığı dükkanın sahibi kendisinin ardından kısır kısır gülüyor ve Haydar Bey onu öldürüyor çünkü kendisini aşağıladı. İlk karısı Macide’yi öldürüyor çünkü kendisini küçümsediğini, onu bırakmak istediğini söyleyerek Haydar Bey’i kıstırıyor. Kedisi Sacide’yi öldürüyor –ki bence burası tuhaf bir kısım, çünkü Sacide’nin yaptığının ihanet olduğunu söylemek biraz güç olur- çünkü Katibe Hanım’a saldırıyor. Bu kısımda görünen o ki, uzun zamandır sevdiği bir varlığın, kısa zamandır sevdiği bir varlığa saldırması dahi, saldıran tarafı haksızlaştırıyor ve saldıran yok olmaya mahkum oluyor. Sanırım Haydar Bey, adaletsizliğe pek katlanamıyor.

  Kuvvetli olan, cebinde parası olan fizik kaidelerini bile değiştirebiliyordu işte. (s.14)

  Türkiye’deki bazı sorunları da aslında bu kitapta görebiliyoruz, bazı toplumsal sorunlar. Altay Öktem’in ropörtaj(ları)ını okurken pekiştirdim bunu. Türkiye aslında kriminal bir toplum, diyor, Biraz dikkatli bakarsak bu toplumda bir sürü Haydar Bey var aslında. Ya da herkesin içinde bir parça Haydar Bey’lik var. Haydar Bey’i, aynı zamanda bizim insanlarımızı da suça teşvik eden şeyler belli, güçlüye itaat, güçsüzün ezilmesi, aşağılanması hor görülmesi. Modern Türk aile yapısında bile her zaman kendinden büyük olana koşulsuz şartsız itaat etmelisin, yoksa sonuçlarına katlanırsın anlayışı hakim. Başındaki iktidara da itaat etmelisin, yoksa sonuçlarına katlanırsın ve sen bir kölesin.  

Bazılarının iddia ettiği gibi tarih tekerrür etmez. Lakin tarih tahmin bile etmediğiniz bir anda, aksi istikamete meyledip insanları, hatta cemiyetleri bile yerle yeksan edebilir. (s.181)

  Kitapta Esat Adil adında bir karakter geçiyor, Esat Adil Müstecaplıoğlu veya dediğim gibi, Bakırköy Akıl Hastanesi’nde yatan Macide Hanım, yahutta Hatay kasap ayaklanması. Bunlar, tarihimizde yaşanmış şeyler, kişiler, olaylar; sadece denizin derin sularına gömülmek üzere yavaş yavaş dibe ilerliyorlar. Bunları kitabın içinde görmek ve gerçekten yaşamış olduklarını görmek öyle bir haz veriyor ki, anlatamam.

Aziz Nesin adlı bir muharririn seneler sonra, Benim Delilerim adlı neşriyatında bu mevzudan bahsettiğini, Macide Hanım’ı  da kitaba dahil ettiğini söylediler. (s.176)

Bir şahıs Bolşevik’se, vatanı müdafaa etmeye kalksa dahi vatan haini olarak kabul ediliyor; eğer Bolşevik değilse, vatanı satsa da vatanperver oluyor. (s.62)

Hiçbirinin hakikatle alakası yok. Benim anladığım şu: Macide Hanım’ın esas acizliği fazla miktarda suskun olmasından mütevellit. Sükunet hastalığı varmış kendisinde. Lakin sükunet bir illet değil, erdemdir. (s.176)

  Yazar cinayet anlarını muhteşem yazmış, harikalar yaratmış. Altay Öktem’in zaten tıbbi bir geçmişi olduğu için bu avantaj olarak kitaba çok güzel bir biçimde yansımış. Haydar Bey’in cinayet aletleri olarak kullandığı cam, tırnak masası gibi aletlerle cinayete teşebbüs ettiği sahnelerin betimlenmesi adeta size o anı yaşatıyor. Hani o tırnak makasıyla gözünü çıkardığı kısım, kafasını kopardığı sahne, tacizcinin anlına çivi çakma anı filan.

Zamanın geri döndürülüp döndürülemeyeceğini bilecek kadar çok okuyamamıştı ama zamanın olduğu yerde sabitlenebileceğini tecrübeyle öğrenmiş oldu o akşam. (s.110)

  Kitapla ilgili bir eleştirim olacak ayrıca, Katibe Hanım ile Haydar Bey’in ilişkisi bana çok aceleye alınmış gibi geldi. Tabi ki spontane bir şey olması gerekiyordu, Katibe Hanım’ın sapkın ruhunun bir anda açığa çıkması gerekiyordu ama biraz daha ayrıntı olmasını isterdim açıkçası. Sayfalar sürmesine gerek yok, bir iki ek sayfayla belki daha iyi bir pekiştirilme yapılabilirdi, o zaman daha fazla tatmin olabilirdim.

  İnsanı dumura uğratan sonlara bayılıyorum, kitap boyunca olayların birbirinden bağımsız gibi görünüp en sonunda yazarın ters köşe yapması veya öyle bir cümleyle bitirmesi ki sizin ters köşe olmanız, şaşırıp kalmanız. Bu kitap da ikisi de vardı.

  Yarın şöyle bir Bakırköy Akıl Hastanesi’ni turlayıp Haydar Bey’i yad edeceğim, Haydar Bey, çok daha iyi bir hayata layıktı.

  Ükümet dediğin siyasi bir teşekkül. Esat Müdür de okumuş adam, fazla okuyup da epey bir mevzua muktedir olunca ayırlısı olmuyor galiba. (s.62)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder