Dalgalar (The Waves)
Virginia Woolf
Sayfa Sayısı: 254
Çevirmen: İlknur
Özdemir
Kırmızı Kedi
Yayınları
8.Baskı, Aralık 2016,
İstanbul
Fuardeyken stanttaki görevli Virginia Woolf’a başlamak için
Mrs. Dollaway ve Kendine Ait Bir Oda’nın uygun olacağını, Dalgalar’ı başlangıç
kitabı olarak tavsiye etmediklerini söyledi. Dalgalar’ı aldım.
Bazen bir şeyi sırf
içinizden geldiği için yaparsınız. Bir insanı görünce yakın hissetmek durumu
benim için kitaplarda geçerli oluyor. Zaten uzun zamandır merak ediyordum
Virgina Woolf’u, ancak hiçbir zaman bu kadar sihirli bir kaleme sahip olabileceğini
hayal etmemiştim. Feminist, biseksüel veya intihar etmemiş olsaydı da eğer, bu
kadar popüler olur muydu, bir cevap getirmek zor oluyor.
Kitap boyunca
kelimelerin üzerinde yüzüyormuşum gibi hissettim. Kelimelerin kafamdan aşağıya
dökülen kovalarca buz gibi ve kaynar sular olduğunu hissettim. Kelimelerle dans
ettiğimi, neden bahsettiklerini bilememe karşın çok derin anlamlar
yakalayabildiğimi hissettim. Bu kitap için en doğru kelime belki de, hissetmek.
Birlikte büyüyen, üç
erkek, üç kız karakterin çocukluktan yetişkinliğe ve yaşlılığa uzanan
yaşamlarını anlatıyor kitap. Bilinç akışı tekniğinin en harika örneklerinden
birine sahip, anlamlandıramama hissi bile pek çok şeye değer. Konu varla yok
arasında bir şey, belki de bu yüzden çok sevdim bu kitabı. Kurduğu cümleler o
kadar sanatsal ve estetik geldi ki bana okurken müthiş bir haz duydum.
Bölüm bitişlerindeki
italikle yazılmış, iki üç sayfalık yazıları sevdim en çok. Öylesine güzel ve
etkileyici tasvirler yapılmış ki, hayran olmaktan başka bir şey kalmıyor okuyucuya.
Ayrıca, 6 farklı karakter olmasına rağmen dikkatle okunduğunda tek bir ruh
olarak tanımlayabiliyoruz onları. Çünkü hepsinin düşünceleri, hisleri ve iç
çatışmaları birbirleriyle paralel. Roman şeklinde yazılmış ancak şiirsel bir anlatım taşıdığı için düzyazı-şiir kategorisine koyabiliriz, genellikle karakterlerin benliklerindeki düşünceler ön planda olduğu için de monolog tarzını çağrıştırdığı rahatça ifade edilebilir.
Bakışıyoruz; birbirimizi tanımadığımızı anlayıp boş boş bakıyor,
sonra gözlerimizi çeviriyoruz. Böyle bakışlar kamçı gibidir. O bakışlarda
dünyanın bütün zalimliğini ve kayıtsızlığını hissediyorum. Eğer o gelmezse ben
buna dayanamam. (s.101)
Güzelliğin güzel kalması için her gün kırılması
gerektiğinden ve o adam da hiç değişmediğinden, hayatı bir porselen denizinde
hareketsiz kalıyor. (s.149)
Hayat benim için korkunç bir şeydi. Kocaman bir emici
gibiyim, yapış yapış, yapışkan, doymak bilmeyen bir ağız gibiyim. Tam ortada oturan
taşı canlı etimden çekip çıkarmaya çabaladım. (s.174)
Ağaç gölgelerinin ve posta kutularının uzağından geçerek istasyondan
gelirken, ta uzaktan bile, paltolarınıza ve şemsiyelerinize bakınca, defalarca birlikte
geçirilmiş anlardan yapılma bir öze nasıl gömülmüş olduğunuzu fark ettim; nasıl
birbirinize bağılı olduğunuzu, çocuklara, otoriteye, şöhrete, aşka, topluma
karşı bir tavır sahibi olduğunuzu; oysa ben hiçbir şeye sahip değilim. Benim
bir yüzüm yok. (s.192)
Hepsinin giderilmesi gereken bir ihtiyacı vardır. Bir
randevuyu kaçırmamak gibi acınası bir mesele, ya da bir şapka satın alma, bir
zamanlar onca birlik içinde olan bu güzel insanları birbirinden ayırır. Kendi
adıma, benim bir amacım yok. Hiçbir hırsım yok. Kendimi genel akışa
bırakacağım. Zihnimin yüzeyi geçenleri yansıtan soluk gri bir ırmak gibi kayıp
gidiyor. Geçmişimi hatırlayamıyorum, burnumu ya da gözlerimin rengini, ya da
kendim hakkındaki düşüncelerimi. (s.97)
Bireysel yaşamın bütün ayrıntılarından nefret ediyorum. Ama
burada tutukluyum ve dinlenmek zorundayım. Üzerimde müthiş bir baskı var.
Yüzyılların ağırlığının yerini değiştirmeden kımıldayamam. Bir milyon ok
deliyor beni. Küçümsemeler ve alaya almalar delik deşik ediyor. Göğsünü
fırtınalara açabilecek olan ben, sellerde boğulmaya neşeyle katlanacak olan
ben, buraya mıhlandım; her şeye açığım. Kaplan sıçrıyor. Kırbaç gibi diller
üzerimde şakıyor. (s.91)
Benim için gözyaşı döksünler diye sık sık oklarla delik
deşik edilerek ölüyorum. (s.37)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder