21 Mart 2017 Salı

Dalgalar (The Waves)
Virginia Woolf
Sayfa Sayısı: 254
Çevirmen: İlknur Özdemir
Kırmızı Kedi Yayınları
8.Baskı, Aralık 2016, İstanbul

Fuardeyken stanttaki görevli Virginia Woolf’a başlamak için Mrs. Dollaway ve Kendine Ait Bir Oda’nın uygun olacağını, Dalgalar’ı başlangıç kitabı olarak tavsiye etmediklerini söyledi. Dalgalar’ı aldım.

  Bazen bir şeyi sırf içinizden geldiği için yaparsınız. Bir insanı görünce yakın hissetmek durumu benim için kitaplarda geçerli oluyor. Zaten uzun zamandır merak ediyordum Virgina Woolf’u, ancak hiçbir zaman bu kadar sihirli bir kaleme sahip olabileceğini hayal etmemiştim. Feminist, biseksüel veya intihar etmemiş olsaydı da eğer, bu kadar popüler olur muydu, bir cevap getirmek zor oluyor.

  Kitap boyunca kelimelerin üzerinde yüzüyormuşum gibi hissettim. Kelimelerin kafamdan aşağıya dökülen kovalarca buz gibi ve kaynar sular olduğunu hissettim. Kelimelerle dans ettiğimi, neden bahsettiklerini bilememe karşın çok derin anlamlar yakalayabildiğimi hissettim. Bu kitap için en doğru kelime belki de, hissetmek.

  Birlikte büyüyen, üç erkek, üç kız karakterin çocukluktan yetişkinliğe ve yaşlılığa uzanan yaşamlarını anlatıyor kitap. Bilinç akışı tekniğinin en harika örneklerinden birine sahip, anlamlandıramama hissi bile pek çok şeye değer. Konu varla yok arasında bir şey, belki de bu yüzden çok sevdim bu kitabı. Kurduğu cümleler o kadar sanatsal ve estetik geldi ki bana okurken müthiş bir haz duydum.

  Bölüm bitişlerindeki italikle yazılmış, iki üç sayfalık yazıları sevdim en çok. Öylesine güzel ve etkileyici tasvirler yapılmış ki, hayran olmaktan başka bir şey kalmıyor okuyucuya. Ayrıca, 6 farklı karakter olmasına rağmen dikkatle okunduğunda tek bir ruh olarak tanımlayabiliyoruz onları. Çünkü hepsinin düşünceleri, hisleri ve iç çatışmaları birbirleriyle paralel. Roman şeklinde yazılmış ancak şiirsel bir anlatım taşıdığı için düzyazı-şiir kategorisine koyabiliriz, genellikle karakterlerin benliklerindeki düşünceler ön planda olduğu için de monolog tarzını çağrıştırdığı rahatça ifade edilebilir.
 
Bakışıyoruz; birbirimizi tanımadığımızı anlayıp boş boş bakıyor, sonra gözlerimizi çeviriyoruz. Böyle bakışlar kamçı gibidir. O bakışlarda dünyanın bütün zalimliğini ve kayıtsızlığını hissediyorum. Eğer o gelmezse ben buna dayanamam. (s.101)

Güzelliğin güzel kalması için her gün kırılması gerektiğinden ve o adam da hiç değişmediğinden, hayatı bir porselen denizinde hareketsiz kalıyor. (s.149)

Hayat benim için korkunç bir şeydi. Kocaman bir emici gibiyim, yapış yapış, yapışkan, doymak bilmeyen bir ağız gibiyim. Tam ortada oturan taşı canlı etimden çekip çıkarmaya çabaladım. (s.174)

Ağaç gölgelerinin ve posta kutularının uzağından geçerek istasyondan gelirken, ta uzaktan bile, paltolarınıza ve şemsiyelerinize bakınca, defalarca birlikte geçirilmiş anlardan yapılma bir öze nasıl gömülmüş olduğunuzu fark ettim; nasıl birbirinize bağılı olduğunuzu, çocuklara, otoriteye, şöhrete, aşka, topluma karşı bir tavır sahibi olduğunuzu; oysa ben hiçbir şeye sahip değilim. Benim bir yüzüm yok. (s.192)

Hepsinin giderilmesi gereken bir ihtiyacı vardır. Bir randevuyu kaçırmamak gibi acınası bir mesele, ya da bir şapka satın alma, bir zamanlar onca birlik içinde olan bu güzel insanları birbirinden ayırır. Kendi adıma, benim bir amacım yok. Hiçbir hırsım yok. Kendimi genel akışa bırakacağım. Zihnimin yüzeyi geçenleri yansıtan soluk gri bir ırmak gibi kayıp gidiyor. Geçmişimi hatırlayamıyorum, burnumu ya da gözlerimin rengini, ya da kendim hakkındaki düşüncelerimi. (s.97)

Bireysel yaşamın bütün ayrıntılarından nefret ediyorum. Ama burada tutukluyum ve dinlenmek zorundayım. Üzerimde müthiş bir baskı var. Yüzyılların ağırlığının yerini değiştirmeden kımıldayamam. Bir milyon ok deliyor beni. Küçümsemeler ve alaya almalar delik deşik ediyor. Göğsünü fırtınalara açabilecek olan ben, sellerde boğulmaya neşeyle katlanacak olan ben, buraya mıhlandım; her şeye açığım. Kaplan sıçrıyor. Kırbaç gibi diller üzerimde şakıyor. (s.91)


Benim için gözyaşı döksünler diye sık sık oklarla delik deşik edilerek ölüyorum. (s.37)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder