Dorian Gray’in
Portresi (The Picture of Dorian Gray)
Oscar Wilde
Sayfa Sayısı: 276
Çevirmen: Nihal
Yeğinobalı
Can Yayınları
24.Baskı, Eylül 2016,
İstanbul
Son zamanlarda
okuduğum en sarsıcı kitap oldu Dorian Gray’in Portresi. Oscar Wilde’ın o
şahsına münhasır anlatımı, olayların hayret verici bir şekilde kurgulanışı ve
bunun sonucunda da okuyucunun kitabın içinde kendini kaybetmesi kaçınılmazdı.
Kitap, Oscar
Wilde’ın ilk ve tek romanı, eşcinsel içerikler barındırdığı için sansürlenmiş.
Günümüzde de sansürsüz tek basımı Everest’ten çıkmış durumda lakin o kadar para
verecek gücüm yok, Can Yayınları yine de beni tatmin etti diyebilirim. Kitap,
Dorian Gray adlı bir gencin ve onun portresinin etrafında dönüyor. Ressam arkadaşı
Basil Hallward bir gün onun resmini yaparken Dorian, Lord Henry Wotton’la
tanışıyor, güzelliğe ve estetiğe delicesine tapan birisiyle yani. Güzelliği göz
kamaştırıcı bir biçimde ve tapılmaya değer birisi olan Dorian, Lord Henry
sayesinde bir gün tükeneceğinin farkına varınca, Tanrı’dan bir lütufta
bulunuyor: Kendisinin değil, portresinin yaşlanmasını istiyor.
Henry ve Basil,
ikisi birden Tanrı olarak görüyordu Dorian’ı, hata buradaydı işte. Eşsiz,
kusursuz bir güzellik abidesi, dünyaya gelmiş en asil varlık, en yüce şey. Bir
tarafta Dorian’ın saf ruhuyla güzelliğini özdeşleştirmiş olan Basil varken,
diğer tarafta ise günahkar ve saf güzellikteki Doiran’ı gören Henry var. Henry,
Dorian’ı küçümserken ve Basil de Dorian’ı yüceltirken hata yapıyorlardı
aslında, Dorian’ın sadece Dorian olduklarını göremedikleri için.
Bu kitabı özel
yapan şeylerden bir tanesi Oscar Wilde’ın kendini yazması. Bu cümle aynı
zamanda bir edebi yapıtı orijinal kılan şey nedir? sorusuna cevap olarak
verilebilir. Oscar Wilde’ın aforizmaları, ideolojileriyle dolup taşıyor kitap,
bir nevi yazıldığı dönemde kendini dışavurumu olarak adlandırılabilir. Öyle ki
dünyanın bir beş yüz yıllık özlü söz ihtiyacını da karşılamış. Bu sözleri net
bir biçimde yazdığı ve fazla fazla oldukları için aynı zamanda dayatma şeklinde
algılanabilir lakin buram buram Wilde kokuyor bu kitap. Kadınları küçümseyici
ve aşağılayıcı sözlerine asla katılmasam da, biraz empatiyle o dönemdeki ortamı
anlayışlı karşılayabiliyorum, yine de bu kadar sarsıcı bir roman yazarından
farklı şeyler beklerdim açıkçası. Ayrıca, başlardaki konuşmalar gerçekten
etkileyiciyken kitap ilerledikçe diyaloglarda bir sönüklük sezdim, biraz
zorlama olmuş sanki. Başlarda karşılıklı konuşmalar önemsenip olay geride
tutuluyor, ilerledikçe dengeleniyor ve sonlara doğru da diyaloglar geri planda
kalıp olay ön planda tutuluyor.
Dili çok acıydı
kitabın. Sıkılma anını çok uzun tasvirlerin geçtiği ve bana göre “olmasa da
olur” şeklindeki kısımlarda yaşadım. Kitap ilerledikçe nokta atışı şeklinde
vuruşları oluyor yazarın, korkutucu derecede sarsıcı bir şekilde hem de. Klasik
kitaplarda ölüm oranları daha fazladır ancak bu kitapta belki de tavan yapıyor,
ve bunların hepsi de o kadar şaşırtıcı ki. Normal bir şekilde okurken birden
görüp afallayabiliyorsunuz. Sizi aynı zamanda şaşırtan şey olayların akışı ve o
son oluyor. Öyle bir son ki bu, gelmiş geçmiş en etkileyici bitişlerden ilk
üçüme rahatlıkla sığabilecek kapasitede. Yazar, sanki bütün bir kitabı o son
paragrafa sığdırmış, anlatmak istediği her şeyi o paragrafta yazmış ve
okuyucuyla dalga geçercesine gülüyor. Öylesine etkileyici bir sondu işte.
Estetik kaygıyla
yazılan pek çok şeyden hoşlanmasam da, Dorian Gray her zaman ayrı bir konumda
olacak benim için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder