3 Mart 2017 Cuma

Kabuk
Zeynep Kaçar
Sayfa Sayısı: 173
Sel Yayıncılık
1. Baskı, Ocak 2017, İstanbul

Öyle ölümcül beni sevmek. Bu kadar kepaze olmak. (s.122)

Art arda okuduğum 9. yerli roman, bir şeye takınca feci takıyorum, işte bu da bir örneği. Zeynep Kaçar’ın ilk romanı olan Kabuk, akıcı olmasının yanı sıra aynı zamanda da çok etkileyiciydi. Kitabı okulda bitirdiğimden, son cümleyi okurken yaşadığım duygusallığın beni biraz zor duruma soktuğunu da burada belirtmem gerekiyor.

sürekli tebessüm ettiğim halde acıdan ölüyordum.(s.79)

  Anneanneden çocuğa, oradan da toruna uzanan bir öykü var karşımızda. Üç kadının ağzından, üç kuşaktan anlatılıyor. Anneanne 33 yaşındayken, yavrusu 33 yaşına geldiğinde, torun 33 olduğunda ve nesilden nesle aktarılan birtakım şeyler de var elbette. Delirme eşiği ve çekilen acılar. Kitap genel olarak kadınları kapsadığı için de sadece bu üç insandan değil, teyzeler, diğer kardeşler, çocuklar vs. üzerinden de yürüyüp gidiyor, kocaman bir aile var içeride yani. Birisi güzelliğe saplantılı, birisi terk edilmiş, birisinin yüzü gözü yanmış, bir tanesi delirmiş, birisi çekip gitmiş ve aile üyeleri (bu kadınlar) her ne kadar birbirleriyle bağlantılı da olsa her birinin öyküsü ayrı bir can yakıcı.

Ama insan Tanrı tarafından terk edilir bazen ve o zaman çok özgür olur. Artık suç yoktur, günah yoktur, ayıp, merhamet, umut yoktur. Ve insan bir başına kalır. Kendiyle. Kendi denilen o garip varlıkla. (s.123)

  Yazarın kimi yerde virgülsüz kullandığı sözcükler kitaba ayrı bir hava katmış. Küfürlü ve argo sözcüklerin beni zerre rahatsız etmediğini, aksine samimiyet dozunu daha fazla arttığını söylemem gerekiyor, kitaba bağlanmam daha rahat oldu. Kitap ilerledikçe aynı temponun korunması ve hatta daha da yükselmesi artı bir durum ancak entrika içeren durumlardan pek haz etmiyorum. Gerçi pek entrika da denemez ancak yine de Füsun ve Meriç kısımları beni rahatsız etti, bunun tamamen kişisel olduğunu da ekleyeyim. Diğer bir nokta da bu üç karakterin de anlatım tarzının birbirine çok benzemesi oldu, kimin kim olduğunu ayırt etmeme rağmen ufak bir olumsuzluk teşkil edebilir bu okuyucu için.

Çünkü dil susunca gözler aşağılamaya başlar. (s. 30)
  
   Toplumumuzda her şeyde bir kusur bulma hastalığının zirvede olması ve kitapta bunun ele alınması bence nefis olmuş. İnsanları birtakım yargılara boğarak onların hayatlarını karartma, yersiz ve gereksiz eleştiriler, kadınlara dayatılan birtakım saçma sapan şeyler vs. İnce ince ama bence çok sarsıcı olarak işlenmiş. Çok içten ve derin bir kitap bu.

Hayat gelir ve geçer. Ağır ve karanlık ve yorucu ve uykusuz ve zalimdir hayat. Umduğunla başına gelenler arasında dünyadan güneşe uzanan yol kadar mesafe vardır. Hep mutlu olmayı ummak kocaman bir aptallıktır. İnsan sadece kendi olmalıdır. Kendi denilen şey neyse o. (s.106)


Sanırım kafayı sıyırdım da ekmek banıyorum dibine. (s.145)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder