Kabuk
Zeynep Kaçar
Sayfa Sayısı: 173
Sel Yayıncılık
1. Baskı, Ocak 2017, İstanbul
Öyle ölümcül beni
sevmek. Bu kadar kepaze olmak. (s.122)
Art arda okuduğum 9. yerli roman, bir şeye takınca feci
takıyorum, işte bu da bir örneği. Zeynep Kaçar’ın ilk romanı olan Kabuk, akıcı
olmasının yanı sıra aynı zamanda da çok etkileyiciydi. Kitabı okulda
bitirdiğimden, son cümleyi okurken yaşadığım duygusallığın beni biraz zor
duruma soktuğunu da burada belirtmem gerekiyor.
sürekli tebessüm
ettiğim halde acıdan ölüyordum.(s.79)
Anneanneden çocuğa,
oradan da toruna uzanan bir öykü var karşımızda. Üç kadının ağzından, üç kuşaktan
anlatılıyor. Anneanne 33 yaşındayken, yavrusu 33 yaşına geldiğinde, torun 33
olduğunda ve nesilden nesle aktarılan birtakım şeyler de var elbette. Delirme
eşiği ve çekilen acılar. Kitap genel olarak kadınları kapsadığı için de sadece bu
üç insandan değil, teyzeler, diğer kardeşler, çocuklar vs. üzerinden de yürüyüp
gidiyor, kocaman bir aile var içeride yani. Birisi güzelliğe saplantılı, birisi
terk edilmiş, birisinin yüzü gözü yanmış, bir tanesi delirmiş, birisi çekip
gitmiş ve aile üyeleri (bu kadınlar) her ne kadar birbirleriyle bağlantılı da
olsa her birinin öyküsü ayrı bir can yakıcı.
Ama insan Tanrı
tarafından terk edilir bazen ve o zaman çok özgür olur. Artık suç yoktur, günah
yoktur, ayıp, merhamet, umut yoktur. Ve insan bir başına kalır. Kendiyle. Kendi
denilen o garip varlıkla. (s.123)
Yazarın kimi yerde
virgülsüz kullandığı sözcükler kitaba ayrı bir hava katmış. Küfürlü ve argo
sözcüklerin beni zerre rahatsız etmediğini, aksine samimiyet dozunu daha fazla
arttığını söylemem gerekiyor, kitaba bağlanmam daha rahat oldu. Kitap
ilerledikçe aynı temponun korunması ve hatta daha da yükselmesi artı bir durum
ancak entrika içeren durumlardan pek haz etmiyorum. Gerçi pek entrika da
denemez ancak yine de Füsun ve Meriç kısımları beni rahatsız etti, bunun tamamen kişisel olduğunu da ekleyeyim. Diğer bir nokta da bu üç karakterin de anlatım tarzının birbirine çok benzemesi oldu, kimin kim olduğunu ayırt etmeme rağmen ufak bir olumsuzluk teşkil edebilir bu okuyucu için.
Çünkü dil susunca
gözler aşağılamaya başlar. (s. 30)
Toplumumuzda her şeyde
bir kusur bulma hastalığının zirvede olması ve kitapta bunun ele alınması bence
nefis olmuş. İnsanları birtakım yargılara boğarak onların hayatlarını karartma,
yersiz ve gereksiz eleştiriler, kadınlara dayatılan birtakım saçma sapan şeyler
vs. İnce ince ama bence çok sarsıcı olarak işlenmiş. Çok içten ve derin bir kitap bu.
Hayat gelir ve geçer.
Ağır ve karanlık ve yorucu ve uykusuz ve zalimdir hayat. Umduğunla başına
gelenler arasında dünyadan güneşe uzanan yol kadar mesafe vardır. Hep mutlu
olmayı ummak kocaman bir aptallıktır. İnsan sadece kendi olmalıdır. Kendi
denilen şey neyse o. (s.106)
Sanırım kafayı sıyırdım
da ekmek banıyorum dibine. (s.145)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder