İki Şehrin Hikayesi
(A Tale of Two Cities)
Charles Dickens
Çevirmen: Aslıhan
Kuzucan
Sayfa Sayısı: 497
İthaki Yayınları
1. Baskı, Kasım 2016,
İstanbul
Klasikleri okurken müthiş derecede bir haz alıyorum, o eski atmosferleri
solumak bana delicesine büyük bir zevk veriyor. İki Şehrin Hikayesi’ni
beğendiğimi, ancak yeterince iyi olmadığını düşündüğümü de belirtmem gerekiyor.
Fransız ihtilali öncesi
ve sonrasını baz alarak bir temele oturan kitap, Doktor Alexandre Manette’nin
hapisten çıktıktan sonra uzun yıllardır görmediği kızıyla karşılaşması ve yeni
bir hayata atılmalarıyla devam ediyor. İngiltere ve Fransa arasındaki
çekişmeler ve insanların var olma mücadelesi ise sefaletin buralarda yol
almasını sağlıyor.
Dickens’ın yaptığı
psikolojik tasvirler ve olayları akıcı bir biçimde sunumu gerçekten takdire
şayan. Ayrıca Sydney Carton gibi fedakar ve gözüpek bir karakter çok nadir
rastlanır bir durumda. Doktor Manette’nin hapse düşmesine sebep olan insanlarla
akrabalığı bulunan Charles Darnay’e kızını isteyerek vermesi, uzun yıllar
boyunca içine gömdüğü kin ve nefret duygularının ayakkabı yapayarak, odada
dolaşarak dışavurması ise gerçekten ilgi çekici.
Kitap boyunca zerre
sıkıldığım bir yer olmadı ancak kitabın başlarında ve ortalarında elle tutulur,
somut bir konunun olmadığını söylemek istiyorum. Bitişe doğru olaylar gerçekten
beni meraklandırdı, ufak çaplı şaşkınlıklar yaşadım ve olması gerektiği bir
şekilde final yaptı, başka bir son yakıştıramazdım ben bu kitaba. Yine de
kocaman bir tatminsizlik hissi sardı zihnimi. Ne karakterlerin derinliklerini,
ne olayın derinliğini yakalayabildim. Yazar belli ki ikisini aynı anda
yürütmeyi denemiş, dengeyi tutturmaya çalışmış ama bu konuda başarılı olamamış.
Sydney Carton mesela, müthiş bir karakter ancak heba edilmiş, iyi işlenememiş. Cumhuriyetçilerin
tepkileri mesela, daha abartılı bir şeyler beklerdim, o dönemde daha vahşi
şeylerin olduğunu tahmin ederek, bir okuyucu olarak yalın, salt gerçeklerin
çarpmasını isterdim yüzüme.
Gelmiş geçmiş en iyi
başlangıçlardan birine sahip olabilir ayrıca bu kitap:
Zamanların hem en iyisi hem de en kötüsüydü; bilgeliğin de çağıydı
aptallığın da; hem inanç hem de kuşku devriydi; Işığın da asrıydı Karanlığın
da; hem umut baharıydı hem de umutsuzluk kışıydı; hem her şeye sahiptik hem de hiçbir şeyimiz yoktu; hepimiz hem
doğrudan Cennete gidecektik hem de doğrudan öteki tarafa; kısacası, en
gürültücü otoritelerin, iyi ya da kötünün kıyısında yalnızca üstünlük dereceleri
konusunda ısrar ettikleri o dönem, şimdiki dönemden pek farklı sayılmazdı. (s.19)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder